Ana SayfaFelsefeKarışıp karmaşıklaşmıyorsa bir şey hakkında konuşamam

Karışıp karmaşıklaşmıyorsa bir şey hakkında konuşamam

Yazar

Tarih

Kategori

Fiziksel gerçekliğe uymayan hayali ve kurgusal (insanbiçimsel) bir gerçekliğimiz var. Tipik bir kapalı kap. Eşik cinlerimden 77 Nobel Kimya Ödüllü İlya Prigogine’nin (termodinamiğin şairi olarak da bilinir ve 60’lı yıllarda devrim yapmıştır) bütün çıplaklığıyla gösterdiği üzere içeriden ve dışarıdan enerji akışları yoksa sistemlerin var olan konumunu sürdürme eğiliminde olduğunu ve kapalı kaplarda/toplumlarda/gerçekliklerde tarihsel sonuçların hep aynı olduğunu biliyoruz. İnsanbiçimsel uygarlığımızın tüm anlam, değer ve kurallarının, yani kırmızı çizgilerinin kendimizi kapattığımız hapishanenin demir parmaklıkları olduğunu söylüyorum. Dengedeyse sistem ki “denge, biyolojide ölüm demektir, madde kör ve uyurgezerdir (sleepywalker). Uzak dengede ise madde uyanıp, dirilip görmeye başlar ve çevresiyle dayanışmaya, işbirliğine girişir. Böyle buyuruyor Ilya Prigogine, süperzerdüşt’tur. Okurken Gustav Mahler’in 2. Senfonisi yanında iyi gider.

GUSTAV MAHLER: SYMPHONY NO. 2 “RESURRECTİON” (LUCERNE FESTİVAL ORCHESTRA, CLAUDİO ABBADO)

Etrafımızda gördüğümüz, işittiğimiz, dokunup kokladığımız, yediğimiz, içtiğimiz her şey, her nesne, her beden görece uzak dengede ve kaotik (mikroskobik) temeller üzerinde yükselip makroskobik sınırda beliren görece dengede ve düzenli şey, nesne ve bedenlerdir. Görece daha katı, sert ve hareketsiz (düzenli/dengede) şeyler daha ağırdan alıp zamana öyle yayarlar kendilerini. Örneğin dağların ya da çakıl taşlarının, kayalıkların ya da inançların, dogmaların, mitlerin ömürleri daha uzundur. Doğumları uzun sürdüğünden böyledir, ölümleri de uzun sürer.

Bileşenlerimiz olan atomaltı parçacıklarının, atomların, moleküllerin toplamını aşan anlamı ve hayatı olan öbekleşmeleriz biz. Öyle ya da böyle yeniden bileşenlerimize dönüşeceğiz. Yani ölü ya da diri dünyaya gömülüyüz.
Öbekleşmelere ben mahsul diyorum. Aynı zamanda da tohum olan. Mahsul var olamayacağı yere/zamana gelince var olabileceği toprağa, o doğurgan rahmin, o matrisin bildiğine, o annenin şefkatine tohum olarak ekilir. Üst, alt; alt, üst olur böylece anbean.
Mahsul tohumlardan oluşur ama tohum değildir. “More is different”, fazlası, daha fazlası farklıdır diye tabir edebiliyorum ki bu durumu ilk fark edenlerdendir Prigogine. Daha öncesinde P. W. Anderson’nun “More is different” başlıklı makalesinde karşımıza çıkar. 88 Nobel Fizik Ödüllü Robert B. Laughlin’in vurguladığı gibi “Ben karbonum, ama öyle olmaya ihtiyacım yoktur. beni oluşturan atomları aşan bir anlamım vardır.” Diğer yandan bileşenlerinin toplamını aşan anlamı ve hayatı olan şeyler bileşenlerine karşı ilgisizdir. Hatta bileşenler onlar için “saman köpeklerinden” başka bir şey değildir.

Öte yandan denge ile uzak dengenin ya da düzen ile kaosun yüzde yüz, mutlak olmayan iki uğrak yeri olduğunu söyleyelim. İlya Prigogine ve Isabelle Stengers’in birlikte yazdıkları nefis bir kitap var: Kaostan Düzene – İnsanın Doğayla Yeni Diyaloğu. Bilirsiniz hakiki diyaloglar şaşırtıcıdır. Oysa insanbiçimsel uygarlığımız monologdan başka bir şey değil. Kibirli, buyurgan, zorba ve cahil. Cahilliği bütünden uzaklaşmak anlamında kullanıyorum.

Bebek yürümeyi öğrenirken denge ve uzak denge uğrak yerlerine vararak ilerlemeyi öğrenir. Yürümesi, ilerlemesi için adım atıp dengeden uzaklaşması gerekir, sonra diğer adımla, hop dengeye ulaşır. Yoksa yürüyemez. Toplumlar da böyledir. Uzak dengeyi, yani kaosu göze almazlarsa yürüyemezler. Tam da bu yüzden hep dengede kalmak, istikrar, düzen tehlikelidir. Kaosla korkutulmaktan söz ediyorum. Yani ölü kalmamız isteniyor, yukarıda da söylediğim gibi kör ve uyurgezer olmamız.

En çok okunanlar

En Son Yorumlar