Merleau-Ponty, “aydınlık sandığımız bilincimizin aslında bulanıklık olabileceğini” söylüyordu. İnsanı, insan yapan şey de aslında, yukarıda vurguladığımız üzere, bu bulanıklıktan/ yamuk bakıştan başka bir şey değil. Slavoj Žižek, Yamuk Bakmak/ Popüler Kültürden Jacques Lacan’a Giriş, adlı harika kitabında “Bir resmin, dosdoğru bakıldığında bulanık gibi görünen bir ayrıntısı, ona “yamuk”, yani belli bir açıdan baktığımızda açık seçik bir anlam kazanır” diye işte bu bulanıklığı, yani yamuk bakmayı tarif eder. Bu doğrultuda Shakespeare’in “en ilginç oyunlarından biri olan II. Richard’daki” bir sahneyi alıntılar:
“O yüzden Haşmetmeap/ Lordunuzun kaybına yamuk bakmak/ Ağlanacak öyle elem şekilleri bulur ki kendisinden fazladır/ Ama olduğu gibi bakarsanız, olmayan bir şeyin/ Gölgelerinden ibarettir.” Ah, evet yamuk bakarak hiç yoktan bir dünya yarattık, ancak bu ‘bedava’ yemeği tatsız tuzsuz bir hale dönüştürdüğümüz de ortada. Dalgalanmaların, kararsızlıkların, savrulup sürüklenmelerin, sürtünmenin, iç içe oluşların, yalnızca şu ya da bu olamayacak kadar şartsız, biçimsiz ve zamansız oluşun görmezden gelindiği dünyamız giderek içinde debelendiğimiz zihinsel bir hapishaneye dönüştü.
İşyerinden çıkıp evine giden adam işyeri ile evi arasısında kaybolmuştur. Oysa emindir evine gittiğinden.
foto: Hülya Özel Aydoğdu Kendime yenildim, en büyük zafer! Bir gün geldim ve söyledim şans…
rastgele gak der martının biri tarifesiz seferler güzeldir
Doğum dışa ölmeke, ölüm içe doğmaktır.