Bu şudur, şu budur diye yaftalamaya kafayı takmış bir çağda yaşıyoruz. Ancak bu her şeyin etrafını çitlerle çevirip şeyleri bütünden kopararak indirgeme hastalığımız anbean değişken ve akışkan dünyaya hiç uymuyor. Dünyayı sabitlemek o kadar zor ki! Canlıları ve hatta cansız şeyleri, nesneleri tasnif edip gruplara ayırmak, tamam, sistematik olarak bir kolaylık sağlıyor ama şeyler, nesneler, bedenler hep birbirine karışıyor ve akıp gidiyor. Her şey iç içe aslında ve biçimler, şartlar, sınırlar sürekli değişiyor.
İnsanlara bakın, bir halin, bir duygunun, bir düşüncenin birdenbire değiştiğini görebilirsiniz. Yani bir insanı sabitleyemezsiniz. Öyle değişmez, katı, sabit bir kişilik yoktur. Hava durumu gibi değişir insan. O an ne hissediyorsa o asıl ve gerçektir. Ve hissiyattan sual olunmaz.
Tam da Karşıyaka Çarşı’da, Pan Kitapevi’nde kahvemi içip bir yandan da insanın olsa olsa çok kişilikli bir küme olabileceğini düşünürken bir kadın masama şu kartviziti bırakmasın mı, hobaaaa:
Fusus'ül Hikem okudum hiç yoktan gökyüzünde hiç yoktan kuşlar uçuyor hiç yoktan bir taşın başında…
Gelir her şey kendi biçimi kendi özüyle dünya kendine benzer.
sarksak eşyanın hiç taraflarına şiir üzerine şiir düzenlesek