Kazım Koyuncu’nunki Karadeniz’e yakışır “sıkı” bir hayattı. Hatta, hayata iş diyebilirsek -her haliyle öyledir- sıkı bir işti. Bu iki sözcüğün (sıkı ve iş) tıpkı Kazım Koyuncu’nun hayatı gibi ‘sıkı bir hayatı’ ve bu doğrultuda ‘sıkı şiirleri’ olan Zafer Yalçınpınar tarafından sık sık kullanıldığını biliyorum. (Yeni), Sıkı ve Sağlam, Zafer Yalçınpınar’ın bir yazısının başlığıdır (http://zaferyalcinpinar.com/k22.html). Buradan hareketle bu yazıda Kazım Koyuncu’nun yeniliğini, sıkı ve sağlam oluşunu ortaya koymayı umuyorum.
Toplumsal bağları tamamen çözülüp lime lime olmuş ve giderek daha da çürüyen günümüz dünyasında ‘sıkı hayatları’, yani “sıkı işleri” çok önemsiyorum. Kahramanlık ve billurluk düzeyinde sımsıkı, öyle sağdan soldan gelen salvolara aldırmayan hayatlardan söz ediyorum, o hayatların “beyaz badanalı ahlakından (U.A.)”, “pembe panjurlu diriminden (U.A.)”, puştluk, hainlik, alçaklık geçirmeyen o müthiş yalıtımından… Yazık ki, bu söylediklerimi romantik ya da duygusal, dolayısıyla da zayıf bulacaklar olacaktır. Oysa çöküş, yozluk ve çürüme içinde yaşadığımız bu çağdan çıkış için ‘romantik devrim’ de diyebileceğim bir ‘sıçramayı’ parlatmıştır Kazım Koyuncu. Bu bağlamda, Kazım Koyuncu’nun ne kadar uzakta yaşadığını söyleyebiliriz. Bu yüzden ona ilkel ve barbar olan bu çağın anlam, değer ve kurallarıyla ulaşamazsınız. Vıcık vıcıklığın, pelteleşip tükenmenin ötesinde Kazım Koyuncu’nun sıkı bir iş olan hayatı uzanır. O mutluluğu bulmuştur, içinde debelendiğimiz karanlık dehlizin çıkışının nerde olduğunu iyi biliyordur ve bütün bunlar herkesin harcı değildir. Kaybettiğimiz ve unuttuğumuz ne varsa, Kazım Koyuncu, onların hepsidir ve şarkılarında durmak bilmez bir şekilde ‘iç’ çekmektedir. Kulak kabartırsanız, tabii tam olarak çürüyüp yılışık ve gevşek bir yığına dönüşmediyseniz, Kazım Koyuncu’nun şarkılarında havanın, suyun ve toprağın iç çekişlerini duyabilirsiniz.
İç çekmenin, içli içli şakımanın muazzam zarifliğiyle şarkı söyler Kazım Koyuncu. Bir eşiğe gelip iğne deliğinden geçmenin ancak üzerinizdekileri atmaktan, yani bu karanlık çağın yüklediği bütün anlam, değer ve kurallardan kurtulmakla mümkün olabileceğini söylüyorum. Tıpkı Modigliani gibi, tıpkı Aşık Veysel, Neşet Ertaş gibi üzerinde “nehirlerin akışından başka hiçbir şey yoktu” Kazım Koyuncu’nun. “Tam tuttum, kopardım derken/ avucumuzdan akıp giden eşyanın hali idi, meali/ her an kendi yasını tutup/ her an kendi şölenini kutlayan (U.A.)” Büyük yıkımlarla yüz yüze gelmiş ve bu yüzden ürperip duran, ama acıya da dayanıklı bu yürekteki her şey; sır, büyü, yücelik, yaratıcılık sık ve şık ilmikli bir hayatın bizim aramızdan yukarıya doğru sıçradığının işaretleri değil midir? Tam da burada, onun göndere çektiği zarif evrenin altında o ‘sıkı hayat’a sıkı bir selam çakarak Kazım Koyuncu’da direniş ile yaratıcılığın birleştiğini söyleyeyim.
Bütün ‘sıkı hayatlarda’ olduğu üzere yaratıcılık, kendini yaratma edimi olarak insanı var olan koşullara bağlayan ne varsa onları tersine çevirme işidir. Kazım Koyuncu, bu karanlık ve vahşi dünyaya düşmüş bir yumurta olan kendini, kendinde, kendi kendine rahmanlaşıp dölleyerek doğurur başka bir dünyaya. Şarkıları, işte bu yüzden, gören, dokunan, işitip tadan kişinin gördükleri, dokunup işittikleri ve tattıklarıdır. Yani sapına kadar gerçektir, iliğine kadar yeni, öyle kolayına aşınacak gibi görünmeyen dokunmuşluğuyla sıkı ve sağlam. Böyle böyle ilerleriz, böyle böyle eşlik ederiz dünyaya. Her yaratıcı ve sıkı hayatta geçerliliğini korur durmamak, yani durmayarak durmak!
Durmayarak durma durumu, durursa felaketi olacak bir “ısıl ölüm” yaşayacağını bilen sıkı adamların işidir, an ve an kendilerini dönüştürerek kendi kendilerine kendilerini var ettikleri. Sıkılaştıkça, ilmik sayıları artıkça bakmaya, dinlemeye, dokunup koklamaya doyamazsınız bu tür insanları. Tadından yenmez olurlar. İşte Kazım Koyuncu sıçramaya davranmıştır, yükseklere davranmıştır. Onun güzergâhındaki bütün hareketler yukarıya doğrudur, sonsuzluk şövalyeleri hep böyle yapar zaten, ancak az sonra yeryüzüne düşeceklerdir. Varsın öyle olsun: Böylece gökyüzünden yeryüzüne, yeryüzünden gökyüzüne bir şefkat akar, bir diyalog başlar, umutlanırız. İşte bu havai hayatların aydınlattığı açıklıkta ucu açık hayatın buralarda kalmayacak kadar yerinde duramayan o hercai gülümseyişini görürsünüz Kazım Koyuncu’da. Bu, hiç kuşkusuz gerçektir. (Yeni), Sıkı ve Sağlam.
*) Zafer Yalçınpınar.
Gelir her şey kendi biçimi kendi özüyle dünya kendine benzer.
sarksak eşyanın hiç taraflarına şiir üzerine şiir düzenlesek
dipteyim/tersinden bakarsanız yukarıda/ağrım hep turfanda/ kalbimi parlatırım sabah akşam halil rıfat’ta/hayat, maliyetini karşılamayan iş.