Dergiler

KURAK GÜNLERİ YANIKLAR’A, YANIKLAR’I MADIMAK’A, EMİN ALPER’İ HEMİNGWAY’E, ÇEHOV’UN VANYA DAYI’SINI MURAKAMİ’YE, KADINSIZ ERKEKLER’İ DRİVE MY CAR’A, ONU BEATLES’A VE ÇUHA ÇİÇEĞİNİ İSTAKOZA BAĞLAYAN POTİN BAĞI FELSEFESİ / ZEHRA BETÜL YAZICI

 

ZEHRA BETÜL YAZICI

ÇOĞUL YAZI:

KURAK GÜNLERİ YANIKLAR’A, YANIKLAR’I MADIMAK’A, EMİN ALPER’İ HEMİNGWAY’E,  ÇEHOV’UN VANYA DAYI’SINI  MURAKAMİ’YE, KADINSIZ ERKEKLER’İ DRİVE MY CAR’A, ONU BEATLES’A VE ÇUHA ÇİÇEĞİNİ İSTAKOZA BAĞLAYAN POTİN BAĞI FELSEFESİ

 

“Burası sıçrama diyarı
aşkın sapağına, uğur böceğinin yanına, huzur ağacının gölgesine”*

Metinlerarasılık kültürler, yapıtlar, zamanlar, mekânlar ve kişiler arasında, düzensizce gidip gelen eşzamanlılığın, bir akışın hikâyesidir. Bir metnin kendisinden önceki bir metni taklit etmeyip, bilerek ya da bilmeyerek ondan esinlenerek, yola çıktığı eserden farklılaşarak kendine özgü bir metin olma özelliği kazanması demektir. Böylece gelecekte, henüz yazılmamış, ama yazılacak olan bir metin, çok sonra kendisini oluşturacak bir öncül ya da ilk metne bağlanarak, zamanda yolculuk filmlerinden aşina olduğumuz gibi, bir anlamda kendi kendisini doğuracaktır. Bir tohum olarak henüz doğmamış olan güncel metin ilk metinden itibaren bir önceki metnin içinde çoktan mayalanmaya başlamıştır. Ancak vurgulamak gerekir ki, okurun belleğinde bu bağlanmalar ve ilişkilenmeler çoğu zaman kronolojik bir çizgide ilerlemez, ardıllık ve öncüllük ilişkisi barındırmaz.

Metinlerarası bir ilişkiyi gün ışığına çıkarabilmek için, hem kurgusal anlatı hem de çözümleme aşamasında, teknik olanak olarak parodi, pastiş-üslup öğeleri, anıştırma-ipucu, dönüştürüm, kolaj, montaj, polifoni, diyaloji vb.  yöntemlerin farkında olunması ve bilinmesi gerekir.  Metinlerarası ilişki içindeki bir metin ve bir yazar asla tamamen kendisi olamayacağı gibi, tamamen de kendisidir, kendine özgüdür aslında. Bir çocuğun ana babasının genini taşıması, ama onlardan farklı bir kişi olması gibi düşünülebilir. Kurmaca metin, yazarın kendisi ya da onun yaşamı da değildir. Metin, içinde mutlaka, ister istemez, kendisinden önce yazılmış metinlerden parçalar, izler barındırır ve böylece hem kendisinin hem de yazarının inandığı şeyle veya kitabıyla ilgili yaptığı yorumlarla ilgisinin olmaması anlamında, kendi dışına, ötekine ve soyut alımlayıcının (soyut okurun) kültür dağarcığı ve bellek alanına açılır. Buradaki alımlayıcı ya da okur da, aynı yazar ve metin gibi, sadece kendisi olmayıp metnin açıldığı olası tüm anlamsal katmanları anlayabilecek niteliklere sahip soyut bir kavramdır. Kısacası somut okur okuduğu metindeki metinlerarası ilişkileri göremese bile, o ilişkiler ağı orada durur, vardır. Metinlerarasılık iki yapıt arasındaki konu ve olay örgüsü arasındaki benzerliklerde aranabileceği gibi karakterler ve onların isimleri arasında, ayrıca farklı kültürler arasındaki metinlerin veya üslupsal benzerliklerin arasında da bulunabilir. Bu ilişki ya doğrudandır ya da dolaylıdır. Bazen açıkça hemen görünebilirken bazen de gizli kapaklıdır. Yapısalcılık ve Postyapısalcılık üzerinde çalışan ünlü Fransız filozof ve dilbilimci Roland Barthes Yazarın Ölümü isimli kitabında konuyu şöyle dile getirir: “ Bir metin, birçok kültürden alınan ve karşılıklı diyalog, parodi, yazışma bağıntısı içine giren çoğul yazılardan oluşur.  Ona göre bir kitabı yazan gerçek kişiyi önemli görmekten vaz geçmemiz gerekir. Çünkü o kendi başına anlamlı olmadığı; sadece o kişi olmadığı gibi yazdıkları da sadece ona ait değildir.

METİNLERARASI İLİŞKİ BARINDIRAN BAZI TEMEL YAPITLAR

Metinlerarasılık Ve Kurmacada Gerçeklik (2) kitabında Şerefnur Atik metinlerarası ilişki barındıran tarihteki bazı temel yapıtlardan örnekler verir. Bunların en bilineni Batı’yı temsil eden Homeros’un Odysseia’sı ile Doğu’yu temsil eden Dede Korkut Hikâyeleri arasındaki benzerliklerdir. Bu eserler arasındaki benzerlikler, Doğu ile Batı arasında da bir geçişkenliğin, bir metinlerarasılığın işareti olarak yorumlanabilir. İki eserde de hem kahramanlar hem de onların maceraları birbirlerine büyük benzerlikler gösterir. Atik ayrıca, kadim edebiyat ile metinlerarası ilişkiler gösteren güncel edebiyattan da örnekler verir.  Tarık Buğra’nın Osmancık romanındaki karakter isimlerinin Dede Korkut kitabından seçildiğine dikkati çeker. Ayrıca ana karakterlerinin benzeşmesi anlamında,  Gogol’ün Palto romanı ile Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sı arasında ve Kazak kültüründe Hoca Nasır olarak bilinen Nasreddin Hoca ile Palto’daki Akakiy Akakiyeviç arasında “Ye kürküm ye!” fıkrası ya da parçası (Witz-Aktulum**) üzerinden hem kültürlerarası hem de bir metinlerarası ilişkiler bulunduğunun altını çizer. Şerefnur Atik’e göre Latife Tekin’in “üst kurmaca ve metinlerarasılık gibi postmodernist özellikler taşıyan” eserleri arasında yer alan Aşk İşaretleri romanında Dostoyevski’nin eserlerindeki baba-oğul problematiği ve Mağdurun Dili’nin öteki üzerinde oluşturduğu şiddet ele alınır.  Ormanda Ölüm Yokmuş romanı Sartre’ın Bulantı  romanının parodisidir. Latife Tekin bu romanı atlama taşı şeklinde kullanarak kendi romanını inşa eder. Biz buna Şebnem İşigüzel’in Çöplük romanındaki Milan Kundera ve Hakan Akdoğan’ın Kirpi Mesafesi romanındaki birçok esere gönderme yapan kapalı montajları da örnek olarak ekleyebiliriz, dahası her alımlayıcı kendi bilgi dağarcığı dahilinde, okuduğu yapıttaki metinlerarası ilişkileri saptayıp, bu konuya katkı sunabilir. Ayrıca kişisel bazda olmasa da yapıttaki her anlamı, her metinlerarası ilişkiyi anlama potansiyeli olan bir okur kitlesi ve yapıtın hiç kimse anlamasa da, bu çok katmanlı anlamını açık edebilecek bir soyut okuru olduğu varsayılır.

KARAKTERLER VEYA KARAKTER ÇİFTLERİ AÇISINDAN METİNLERARASILIK

Atik’ten aktararak söylersek: N.V. Gogol’ün Müfettiş isimli oyunundaki Dobcinski ve Bobcinski isimli karakterleri Dede Korkut Hikâyelerindeki Yünlü Koca ve Yapağılı Koca karakterlerine benzer. Karagöz ile Hacivat gibi bunlar da hem birbirleriyle durmadan kavga eden hem de birbirleri olmadan var olamayan zıt niteliklere sahip karakterleridir.

Metinlerarasılık karakterler veya karakter çiftleri açısından ele alındığında onlara İran’lı yönetmen ve senarist Saman Salur’un 2006’da çektiği siyah-beyaz Cenaze Merasimi İçin Birkaç Kilo Hurma filmindeki Yadi ve Sadri, Samuel Beckett’ın 1949 yılında Fransızca olarak yazdığı ve ilk kez 1953’te Paris’te sahnelenen ünlü absürd komedi eseri olan Godot’yu Beklerken’deki Estragon ile Vladimir eklenebilir. Hepsinde Laurel ve Hardy çiftini hatırlatan özellikler mevcuttur. Cenaze Merasimi İçin Birkaç Kilo Hurma filmindeki Yadi ve Sadri ile Godot’yu Beklerken’deki Estragon ile Vladimir birbirinin zıddı iki karakter olarak bir arada olmalarından başka, asla gerçekleşmeyeceğini bile bile bir şeyleri beklemek izleği etrafında da (metinlerarası) buluşturulabilirler. Cenaze Merasimi İçin Birkaç Kilo Hurma filmi “imkânsız olana aşık olma”; yalnızlığın ve umutsuzluğun boyutlarının ölü olan, daha doğrusu artık aşk nesnesi olma özelliğini yitirmiş bir nesneye bağlanmayı gerektirecek kadar büyük oluşu ve acıdan veya imkânsızdan haz alma, sese aşık olma, ölü bir kadına bağlanma, bir surete, fotoğrafa veya resme tutulma temi çerçevesinde, Dominic Moll’un yönettiği 2019 Fransız yapımı Sadece Hayvanlar (The Only Animals) filmi ile buluşur. Buradan da 1965 yapımı bir filme; Metin Erksan’ın yönettiği “Sevmek Zamanı”na ve ayrıca yönetmenliğini İsviçreli Tobias Nölle’ün yaptığı Aşık Olamayan Adam (Aloys) filmine bağlanır. Hepsi insanın topluma ve kendisine yabancılaşarak içine kapanmasını, toplum hayatından kopan yalnız insanın korkunç doğasını, hayatın kötü yanlarını, insanların hırslarını, ikilemlerini, güvensizliklerini, kuşkularını, ihaneti, korku ve endişeyi kısacası bilinç dışımızdaki kalın gölgeyi gerilimli dramatik öğeler eşliğinde alımlayıcıya aktarır. Buradan kavramsal olarak Lacan’ın devamlı hazla acı arası bir durumda asılı kalmak, aynı anda hem acı çekmek hem de haz almak olarak tanımladığı “jouissance” kavramına ve asla bulamayacağımızı bile bile aradığımız, zihnimizde yarattığımız kusursuzluğun simgesi bir imge olan “Obje petit a”ya, oradan da  Jean- Luc Nancy’e ve Metin Altıok’un “Evde Yoklar” şiirine bağlanırız. Nancy’nin gözlüğünü takarak baktığımızda Altıok’un “Evde Yoklar” şiirindeki loser’ın yaşadığı bu çelişkin durum sırf insan olmamızdan kaynaklanan bir “gidişe/ yola çıkışa ayarlı” olmamızla ilgilidir. Hiçbir nihaî varışın olmadığını bile bile gitmek, durmadan aramak yanı sıra umutsuzluğu umut kılarak beklemek de insan oluş’a özgü bir durumdur. Metinlerarasılık söz konusu olduğunda dikkati çeken bir başka özellik de bu ilişkilerin, zaman dizgesinde düz-çizgisel veya lineer bir bağıntı içinde olmadığı rastgele ve düzensiz olarak bir araya gelebileceğidir.

METİNLERARASI DÜZENSİZ İLİŞKİLER AĞINDAN ENTROPİ YASASINA; ATİLLA İLHAN’IN PİA’SINDAN, MURAKAMİ’NİN KADINSIZ ERKEKLER’İNE, ASAF’IN LAVİNİA’SINDAN, VERGİLİUS, AENAS DESTANI VE LARS VON TRİER’İN PİSKOPAT JACK’İNE  DOĞRU METİNLERARASI KAOTİK İLMEKLER

Surete aşık olma teması bizi Divan edebiyatından Atilla İlhan’ın Pia şiirine, Ne Kadınlar Sevdim Zaten Yoktular’a, Özdemir Asaf’ın Lavinia şiirine, oradan da erkekler ve kadınlar arasındaki ilişki bağlamında toplumsal bir gerçekliğe; ünlü Fransız feminist Simone de Beauvoir’nın abjeksiyon kavramına  taşır. Buna göre kadınlar, yeraltı ile gökyüzü arasında durmadan bir sarkaç gibi salınırlar, ama asla yeryüzünde erkeğin yanında duramazlar. Bu kavramı bilir ya da bilmez, ama aynı konuyu Edip Cansever de “Salıncak” adlı şiirinde ele alır. Erkeklerin kadınlardan beklediği aşkınlık yitiklik ile eşdeğerlidir. ( Sonrası Kalır I, s, 243)

Lavinia’dan yola çıkarak Vergilius’un ünlü Aenas destanına, oradan Troya’ya, Kartaca Kraliçesi Dido’ya, Roma’nın kuruluşu öncesindeki Lavinium şehrine, Roma’ya ve Roma’nın dışından dolanarak günümüze ulaştırır.  Evrendeki rastgeleliliğin ve düzensizliğin bir düzeni olması ve bunun giderek artması şeklinde tanımlanan termodinamiğin ikinci yasası olan entropi metinlerarasılık’a bu şekilde sızar. Metinlerarası düzensiz ilişkiler ağı da aslında bir tür entropi yasasına tabidir.

Vergilius, Cannes’da  biri Altın Palmiye olmak üzere 5 ödül kazanmış olan, Antichrist /Deccal (2009) ve  Nymphomaniac/ İtiraf (2013) gibi filmleri ile tanıdığımız Alman asıllı Danimarkalı yönetmen Lars Von Trier’e taşır bizi.  2011’de Melankoli adlı filmi için Cannes’a  geldiğinde Hitler ve Nazi hayranlığını dile getiren Absürt sözleri nedeniyle Festival yönetimi tarafından persona non grata yani istenmeyen adam ilan edilen Trier 2018 yılında Cannes’ın 71. Festivali’ne yarışma dışı gösterilen, adını ünlü bir İngiliz çocuk masalından alan The House That Jack Built (Jack’in inşa ettiği ev) ile katılır. Von Trier 5 bölüm halinde sunduğu filminde obsesif kompulsif bozukluk sahibi bir mühendis olan Jack’in (Matt Dillon)  absürdün sınırlarında gezen cinayetlerini ayrıntılarıyla anlatır. Jack’in kurbanları arasında çok sayıda kadın vardır. Bunların hepsi  Jack’in kurbanı olmadan önce çürümüş toplumsal yapının kurbanı olmuş insanlardır. Bu çürümüş ve bencil insanları öldürerek olumlu bir iş yaptığına inanan Jack ‘e göre hem kendilerine hem de topluma yabancılaşmanın birer yansıması olan bir bu iki yüzlü varlıklar  ölümü de hak etmişlerdir. Trier’ in bu filmi basit bir korku filmi olmanın çok ötesinde olup hem korku filmlerinin parodisi yapmakta, hem de modern toplum ve estetikle hesaplaşmakta ve Vergilius dışında bir çok metinlerarası ilişki de barındırmaktadır. Böylece modern ideolojinin elinde uzun namlulu bir tüfek konumunda olan estetik kavramına çomak sokar, sanatın ne’liğini sorgular. Filmin baş karakteri Jack’e eşlik eden ve Jack’in öyküsünü bizlere anlatan kişi ise çok tanıdık birisidir: Jack’in Virgi dediği bu  hayali kişi gerçekte MÖ 70 ile 19 yılları arasında yaşamış, Aenas destanının da yazarı olan Publius Vergilius Maro adındaki ünlü Romalı şairdir. Bu isim aynı zamanda İlahi Komedyanın Cehennem’inde Dante’yi gezdirmeye yardımcı olan ana karakterdir. Trier ‘in filminde  Alman aktör Bruno Ganz’ in canlandırdığı Virgi yani Vergilius bu kez Jack’in işlerine tanıklık eden, filmin kapanış sekansında onu cehennemin muhtelif bölümlerinde geziye davet eden, halüsinasyon ürünü hayali bir kahraman olarak ortaya çıkar.

KADINSIZ ERKEKLER

28 Ocak 2022’de gösterime giren Japon yönetmen Ryusuke Hamaguchi’nin 9. uzun metrajlı ve şimdilik son filmi 2021 yapımı Drive My Car, Haruki Murakami’nin bir hikâyesinden sinemaya uyarlandı. Dünya prömiyerini Cannes Film Festivali’nde yapan film hak edilmiş En İyi Senaryo ödülünün de sahibi oldu.

Geçen yıl Başka Sinemada izlediğim Drive My Car filminden sonra bu filmin bir Haruki Murakami uyarlaması olduğunu okudum. Murakami’nin Kadınsız Erkekler (3) isimli öykü kitabının ilk öyküsü de Drive My Car ismini taşımaktaydı. Aslında bu bir Beatles şarkısıydı ve çevirmenin notuna göre “Şoförüm olabilirsin” demek, eski bir müstehcen blues tabiri olup “seks yapmak” anlamını içeriyordu. Araştırma yaparken Ernest Hemingway’in de Kadınsız Erkekler (4) isminde bir öykü kitabı olduğunu öğrendim. Ama ilginçtir, bu öykü kitabında Kadınsız Erkekler isminde bir öykü yoktu. Tüm öyküleri okuduğumda öykülerin hepsinde (Boğa güreşçileri, boksörler vs. gibi) kadınsız erkeklerin ana temayı oluşturduğunu fark ettim. Oysa Murakami’nin öykü kitabının son öyküsünün adı Kadınsız Erkekler.  Ve kitap, Drive My Car filmi gibi, hem parça parça her biri kendi içinde bütünlüğe sahip öykülerden oluşuyor ve  hem de ilk öykü ile son öyküyü birleştiren bir çemberin bütünlüğüne sahip. Kitabında, “Kadınsız Erkek” olmayı: “Bir kez kadınsız erkeklerden biri olunca, o yalnızlığın rengi tüm tenine derinden işler. Açık renk kilimin üzerine dökülen kırmızı şarap lekesi gibi” diyerek, kavramlaştırıyor Murakami, kişisel düzlemden alıp toplumsal düzleme taşıyor: Böylesi bir erkeğe “Starbucks’taki görevlinin hizmeti de farklıdır.” (…) “yalnızlığın Fransa’dan taşınmış, yaranın acısı Ortadoğu’dan gelmiştir. Kadınsız erkekler için, dünya çok geniş, keskin ve ağır bir karışımdır, tıpkı ayın arka yüzü gibi” (3, s.216). Nereden nereye denebilir, ancak Atilla İlhan’ın Pia şiirini bilenler bilir.  “ne olur kim olduğunu bilsem pia’nın/ ellerini bir tutsam ölsem/ böyle uzak seslenmese/ ben bir şehre geldiğim vakit / o başka bir şehre gitmese/ otelleri bomboş bulmasam”. Murakami de bu şiiri çağrıştıracak şekilde bakın ne diyor: “ Her liman şehrini dolaşıyorum. Ama ben tam onun bulunduğu yere vardığımda, o artık orada olmuyor. (…) Lavaboda kurumamış jartiyeri asılı. Ama o yok”( 3. S.210). Bookstagram’da takip ettiğim ve bir bibliyofil dememin hiç de abartı kaçmayacağı Merih Dilan Karaman ise (Https://www.instagram.com/p/CktrPBKtTtM/?igshid=MDJmNzVkMjY%3D) Drive My Car filmi için yazdığı kısa değerlendirme yazısında, “Otto’nun anlattığı hikaye ile Chungking Ekspresi” ve “Cenaze sahnesinde Javier Marias’ın Yarın Savaşta Beni Düşün” arasında   metinlerarası ilişkilerin olduğuna değinir. Film, “metin içinde metin”, “ayna içindeki ayna”, hayatlarıyla birbirlerini aynalayan, her bir kişinin karşısındaki insanın aynasına yansıtılarak anlatıldığı, herkesin birbirinin yerini alabildiği, kimsenin kahramanlaştırılmadığı postmodern bir kurmaca.

Buradan, son günlerde çok konuşulan bol Altın Portakal’lı bir filme; Emin Alper Kurak Günler filmine uzanacağım. Neden mi, nasıl mı? Birincisi;  Murakami’nin Kadınsız Erkekler öyküsündeki şu cümle yüzünden. Bu cümle bol obruklu Kurak Günler’in fazlaca farklı, birçok yoruma açık bırakılmış son sahnesini esinlemiş olabilir mi diye düşünmeden edemedim: “Sanki ikimiz birdenbire caddenin ortasında açılıvermiş geniş ve derin çukurun iki ucundan aşağıya bakıyormuşuz gibi bir sessizlik” (3; s. 205) İkincisi ise oldukça aşikar bir metinlerarası ilişki; hem filmin mekânı olan Yanıklar ismi, hem de filmdeki bir linç sahnesi anıştırma yöntemiyle doğrudan Madımak Yangınının kapısını aralar.

Sonra da, yine, karşı karşıya konmuş aynalar diyeceğim, Kara Kitap diyeceğim ve iki Orhan; biri Pamuk diğeri Koçak. Hayatlarımız ya da gerçek dediğimiz şey de karşılıklı yerleştirilmiş aynaların ortasında durarak durmadan kendi benzerlerini çoğaltan metinlerarası ilişkilerden ibaret bir metnin parçası mı acaba?.

Sonrasında Parçalılık/Metinlerarasılık (5)  diyeceğim: “yazınsal parça rastlantısal olarak parça değildir, özü bakımından parçadır. Bu bakımdan küçük bir sanat yapıtına benzer” diyen  Kubilay Aktulum’a ve  Sinema Ve Metinlerarasılık’a  (6) uzanacağım. Hayat dediğimiz gerçeklik de bu öz bakımından parça parça olanın oluşturduğu bir bütünlüğün adı; durmadan dağılan sonra yeniden bir araya gelen, bir açılan bir kapanan bir sanat eseri mi?

BOOTSTRAP (POTİN BAĞI) FELSEFESİ

Diğer yandan Termodinamiğin bildiğini sizden mi saklayacağım/ giderek daha da karışacak her şey, daha da diye bir zamanlar bir meczup gibi ortalıkta dolaşırken “Hayat tek hücreli, basit organizasyonlardan gelişerek daha karışık organizasyonlara doğru gittikçe daha muhteşem görünüyordu, ama bu karmaşıklık o şeyi daha önemli yapmıyor, tam tersine her şeye daha fazla bağlıyordu” diyen Gregory Bateson çıkmıştı karşına, hayatın bir bildiği vardır. Gregory Bateson’ın başlıca gayesi, “gözlemlediği fenomenlerdeki organizasyon ilkelerini keşfetmekti” ve buna “her şeyi birbirine bağlayan model” adını vermişti. Bootstrap (potin bağı) felsefesi “ağı ıstakoza, orkideyi çuha çiçeğine ve bu dördünü” sana, seni de dünyaya, oradan da kâinata bağlıyor.”(7)

Evet gerçekten de:

Burası sıçrama diyarı
aşkın sapağına, uğur böceğinin yanına, huzur ağacının gölgesine

KAYNAKÇA
1.Laura Seymour, Roland Barthes’ın Yazarın Ölümü (Bir tahlil) Ketebe yay,  Türkçesi İpek Topçuoğlu, 1. Baskı, Ağustos 2021
2.Şerefnur Atik, Metinlerarasılık Ve Kurmacada Gerçeklik Üzerine, Bilge Kültür Sanat yay., 1. Basım, Nisan 2017
3.Haruki Murakami, Kadınsız Erkekler, Türkçesi Ali Volkan Erdemir, Doğan Kitap,1. Baskı, Ocak 2016
4.Ernest Hemingway, Kadınsız Erkekler, Türkçesi Ülkü Tamer, Varlık yay., Ekim 1971
5.Kubilay Aktulum, Parçalılık Metinlerarasılık, Öteki yay., Birinci Basım, Nisan 2004
6.Kubilay Aktulum, Sinema Ve Metinlerarasılık, Çizgi Kitabevi, Temmuz 2018
7.Uluer Aydoğdu, http://aykiriakademi.com/dusunce-balonu/dusunce-balonu-gorus-analiz/herseyin-teorisi-burasi-sicrama-diyari-uluer-aydogdu

*Uluer Aydoğdu
**Kubilay Aktulum, Parçalılık Metinlerarasılık s.14

Yazar
Uluer Aydoğdu

Son Yazılar

Yolcu

kanma sakın vardığını söyleyenlere hep yolcusun

17 saat önce

Gelir her şey kendi biçimi kendi özüyle dünya kendine benzer

Gelir her şey kendi biçimi kendi özüyle dünya kendine benzer.

2 hafta önce

Alacalandı mı üzüm

Alacalandı mı üzüm durmaz yürür şaraba sonrası şiir kerim.

2 hafta önce

sarksak eşyanın hiç taraflarına şiir üzerine şiir düzenlesek

sarksak eşyanın hiç taraflarına şiir üzerine şiir düzenlesek

2 hafta önce

Eflatun Ah

dipteyim/tersinden bakarsanız yukarıda/ağrım hep turfanda/ kalbimi parlatırım sabah akşam halil rıfat’ta/hayat, maliyetini karşılamayan iş.

2 hafta önce