“Her şey dağılıyor, merkez yerinde durmuyor”[1]
Mutlubaharlarevi, İzmir.
Sistemlerin, karmaşıklaştıkça, karmaşıklığı[2] yönetebilecek yeni organlar örgütlemesi, bu organların neler olacağı önceden öngörülemez olsa da kaçınılmazdır. Örneğin tek hücrelilerde kalbe ya da beyne ihtiyaç yokken, daha karmaşık canlıların bu organları oluşturması… Tek başlarına hiçbir şeyken bir araya geldiklerinde nöronların düşünce denen karmaşık sürecin yaratıcıları olmaları: “Bu durumda belli bileşimler, öngörülemeyen özellikler (emergent properties); yani kendisini oluşturan parçaların toplamını aşan, bir bütün olarak bileşime ait olan özellikler gösterir. Bu öngörülmemiş, birden beliriveren (ya da “sinerjik”) özellikler parçalar arasındaki etkileşimlere dayanır; bu da demektir ki bütünden yola çıkıp bütünü oluştuğu parçalara ayıran (bir ekosistemi türlere, bir toplumu kurumlara ayıran) yukarıdan aşağıya gidecek analitik bir yaklaşım tam da bu özellikleri gözden kaçırmaya mahkûmdur.”[3]
Nöron örneğinde olduğu gibi çok sayıdaki bilgisayarın bir araya gelip birbiriyle etkileşerek geniş bir ağ üretmesi emergency’dır. Yani acil, yani öngörülemez. İnternet, giderek daha katı, daha sert, daha hantal ve daha merkezî yapılanmalara karşı dünyanın merkezî odaklardan, süzgeçlerden geçmeden, doğrudan, yani dolaylamadan, yani ‘ilkelden’ bir ağ oluşturmasıdır. Diyebiliriz ki daha önce merkezler başatken internet ile merkezler dağılmaya başlamıştır. ‘Katmanlaşmış bir toplamdan’ şeylerin, nesnelerin, bedenlerin birbiriyle etkileşerek yapılıp edildikleri bütünü yapıp etmeye doğru… Şimdilerde homojenleşmenin yavaş yavaş ve hızlı hızlı çözülmeye başladığını rahatlıkla söylemek mümkün. Birilerine mesele gibi gelen şey ise homojen bir dünyanın anlam, değer ve kurallarıyla yeni yeni hissedilmeye başlanan heterojen dünyanın anlam, değer ve kuralları arasındaki gerilimden kaynaklanıyor.
Yadsıyan ruh
Her ortaya çıkan anlam, değer ve kural ya da kurum ya da örgütlenme akıştır. Hep akışlar vardır zaten, sürekli akışlar. Durmak bilmeyen bir araya gelmeler, birbirinin içinde erimeler, birbirine blok oluşturmalar, ısınmalar, ışınımlar… Toplumlar da, anlam, değer ve kurallar da canlı birer organizmadır ve bu organizmalar çeşitli aşamalardan geçer, faz değiştirirler: bükülmeler, sıçramalar, silkinmeler, katılaşmalar, görünürlük ve söylenebilirlik, dokunulabilirlik, işitilebilirlik alanlarında ele avuca gelmeler, un ufak olup akışın içinde fark edilmeyecek kadar akışla bir olmalar…
Şimdi, burada oluşanın şekli şemali öncekine benzemez –feodal anlam, değer ve kurallar kapitalist anlam, değer ve kurallardan farklıdır– tıpkı, “köylerde konuşulan dilin şehirlerde konuşulan dilden farklı olması gibi ya da bir delikanlının giyim tarzı yetişkin birisinin giyim tarzına benzemez”. Akışları denetleyen ya da akışlara blok koyan pıhtılaşmalar vardır daima. Akışları geçirebildiği gibi onları engelleyen pıhtılaşmalar ki onlar da aslında katı, sert ve hareketsiz görünen enerji akışlarıdır. Yalnızca ağırdan alıp zamana yayarlar kendilerini. İnsanlar akışların kendi üzerlerinden geçmesine ya izin verirler ya da akışları engellerler, ancak her iki durumda da akışların sürekliliği esastır. Deleuze’ün vurguladığı gibi, insanlar en çok tufandan, selden korkar. Bu; şu anlama geliyor: Akışların kendilerini silip süpürmesinden korktukları için çoğu kez akışlara karşı çıkarlar kendilerinin de akış olduğunu unutarak. Pıhtılaşmaların giderek katılaşması, muhafazakârlık, fiziksel gerçekliğe uymayan zihinsel çabalar… Ama nafile; akışlar, rüzgârlar, dalgalar pıhtılaşmaların, yapı ve kurumların, anlam, değer ve kuralların arasından, içinden, altından, üstünden, dışından akıp geçer her defasında aşındırarak var olanı. Yıkılıp gideriz hep, yok olup gideriz, ancak yaşam sürer yine de oluşur durur her defasında yeniden, var olur. Yaşamın ya da varoluşun “telafi edici” gücüdür bu.
Aldı bir eşik cini olduğundan emin olduğum Goothe, Faust’ta Mephisto eliyle: “Hep yadsıyan o ruhum ben! / Çünkü oluşan her şey, / Yok olmayı hak eder…”
Her şeyi yadsıyan ruh, varoluş
Her şeyin geçip akıp gitmesine –gelip geçmenin tadı damağımda–, yeni akışlara, yeni anlam, değer ve kurallara, kurumlara, örgütlenmelere yol açmak, patikalar döşemek için var olanın yıkımını daha ilk baştan kabul eden ruhtur bu. Birdenbire bir fırtına çıkar ya da bir dalga siler atar sahile bıraktığımız ayak izlerini. Bu benim hayatım, kimse karışamaz dersiniz, gelip bir virüs karışıverir, bir damperli kamyon köşe başında bekliyordur ya da bir kurşun, bir bomba… Bizi “yersiz-yurtsuzlaştıran” şey aynı zamanda da yeni yerimizi-yurdumuz’u ayarlar. Yersiz-yurtsuzlaştırma süreci, yer-yurt bulma sürecidir. Her şey var olamayacağı yere, vakte varıncaya kadar vardır. Mahsul, var olamayacağı yere gelince gidip var olabileceği yere gömülüp ekilir. Üst, alt olur; alt da üst.
“Bir yerden, belirli merkezlerden çok yere, her yere” yerine
“Çok yerden, her yerden çok yere, her yere”
İnternet öncesi “bir yerden / belirli merkezlerden – çok yere / her yere” olan anlam, değer ve kural üretimi / dağıtımı / dolaşımı şimdilerde, yukarıda da söz ettiğim gibi, merkezlerin dağılmaya başlaması ile “çok yerden / her yerden – çok yere / her yere” şeklinde değişiyor. Ağ dolaşımı katmansız, merkezsiz ve doğrudan olduğu için ilk baştan itibaren ihtiyatla karşılanmıştır. İşin boyutu büyüdükçe de hiyerarşik yapılar için aleni bir tehdit olarak görülür. Hiç kuşkusuz, “en katmansız unsurun en katı yeniden katmanlılaşmayı getirdiği” durumlar da oluşabilir. Hele hele “katmansızlaşmadan, herkesin yararlanacağını düşünecek olursak [faşiştler, ırkçılar] bunun neyle sonuçlanacağını bilemeyiz” elbette.
Merkezlerin dağılışı
Tıpkı ağ oluşumları olan pazarların içinde ortaya çıkan hiyerarşik, tekelci anti pazarlarda (kapitalist) olduğu gibi internet karşıtı kesimlerin hiyerarşik yapının kalıcılığı için çalışmalarında şaşılacak bir şey yok. Öngörülebilir bir karşı koyuştur bu. İçeriden ve dışarıdan enerji akışlarını kontrol etmeye çalışıyorlar işte. Ancak dünyanın herhangi bir yerinde yazılan bir şiir anında dolaşıma girip bir an’da hiçbir merkezî karar alıcı noktanın süzgecinden geçmeden her yere yayılabiliyor. Tabii, heterojen pırıltı, parıltı, ısınma ve ışınımlar “katmanlılaşmış” yapı için tehlikeli olduğundan ‘görüldüğü yerde ezilmeli’ anlamında kaçaklar, kaçıklar, çatlaklardır. Heterojenliği, tam olarak homojenliğin panzehiri olarak görmesem de dünyanın olduğu kadar örneğin şiirin de çeşitlenmesi anlamında bir çığlık olarak görüyorum. Deneysel yaklaşımları benimseyen şairlerle birlikte internet üzerinden şiir yayımlayanların var olan “katmanlılaşmış” yapının içinde, dışında akmaya çalışmalarını, çizgisel ilerlemeci şiir anlayışının uysallığı yanında çizgisel olmayan dinamiklerle hareket edenlerin dalgalanmalarını, sürüklenmelerini, geniş salınımlı gelgitlerini önemsiyorum. Nahif diye küçümsenen şiirlere çeşitlilik olarak bakıyorum. “Katmanlılaşmış” şiirsel birikimin hoş görmediği, küçümsediği şiirler bunlar, yok sayılan. Oysa varlar. İyi ki…
“Her şey dağılıyor, merkez yerinde durmuyor”
Merkezlerin çözülmeye, dağılmaya başlaması ile büyük adamların, büyük sanatçıların devri bitti. Şimdi herkes büyük adam, herkes kendi bütünselliği içinde büyük düşünür, büyük sanatçı. Güçlü bir ağ oluşumu söz konusu ve bu ağın herhangi bir noktasında yer alanlar arasında önemli ya da önemsiz ayrımı yapmazsınız. Yegâne şey dolaşımdır, akıştır. Şiir de bir dolaşımdır, bir akış… Önemli olan, şiirin dolaşımıdır, değiş tokuşudur ki ben sana bir şiir okuduğumda sen de bana bir şiir okursun, hobaa… Bir şiiri şiir katına yükselten bir akış var öyleyse, bir dolaşım, bir değiş tokuş. Akışı elinde tutanların sınırlı oluşu kuşkusuz akışın yönlendirilmesini, manipüle edilmesini kolaylaştırır. Böylece herkesin içinden geçmesi gereken kodlar oluşur. En basitinden iyi şiir – kötü şiir… Öyle değil mi: ‘şiir rahipliğine’ soyunan kimi şair ve dergi şiirin koruyucusu havasındalar, ama geçti onların pazarı. Hem özyapım hem de özyıkım’dır varoluş. Her an kendi şölenini kutlayıp her an kendi yasını tutan… Komünist Manifesto’daki şu ifade, söylemeye çalıştığım şeyi en yalın ve şiirsel şekilde söylüyor: “Her şey dağılıyor, merkez yerinde durmuyor.”
Edebiyat dergileri arasındaki rekabet ve manipülasyon
Günümüzde birbirleriyle rekabet eden edebiyat dergilerinin birçoğunun “anti-pazar, tekel yapısı taşıdıklarını” söylemek mümkün. Adam Sanat ve onun devamı Sözcükler, diğer yandan Varlık, Kitaplık, Yasak Meyve, Şiirden, Heves, Hece gibi irili ufaklı dergiler arasındaki rekabet gerçek piyasa rekabeti olmayıp “yönetsel hiyerarşinin hâkim olduğu” bir rekabettir. Kendi yapıları uyarınca “bakış açısını rutinleştiren ve standartlaştıran” etkilerinin göz ardı edilemeyecek kadar belirgin olduğunu söylüyorum. Yani “akışın bir yerden çıkıp çok sayıda aboneye ulaşan bir dolaşım olmasından kaynaklanan homojenleştirici bir etkileri” olduğunu… “Bu tür bir akış (‘bir yerden birçok yere’), bu tür ‘dilsel ürünler’in az sayıda üreticisi, çok sayıda tüketicisi olmasını garanti altına alır.” Bunları söylüyorum çünkü denizsuyukâsesi adlı bir fanzin dergiyi 8 yıl çıkardım bir vakitler. Tanınmış tanınmamış birçok şair ve yazarla temasım oldu. İstisnaları olmakta birlikte çoğunluk; şiir, edebiyat değil, güç istiyor. Küçük ölçekli de olsa bir iktidarı olsun istiyor, sağa sola tıslayabileceği, ip çevirebileceği. İp çevirmeye yamuk bakarsan çeşit çeşit iktidar biçimleri görürsün. Oysa dosdoğru, olduğu gibi bakarsan eğlendiğin bir oyundur yalnızca.
“Katmanlılaşmayı” dağıtmaya yönelik “birçok yerden – birçok yere” dağıtım akışları mümkün gibi görünüyor artık. Bu nedenle bu tür dolaşım akışlarının “Yukarıdan gelen komutlarla değil, bir düşüncenin merkezi olmayan, büyük oranda tabandan gelen bir hareket” olarak tekelci dağıtıma seçenek oluşturduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bir belki gibi kırılgan ve kurşuni
Heterojen çığlıkların bir açıklık çağrısı olduğunu düşünüyorum. Açıklık, seçim yapmaya davettir. Belki katılaşmış düşünce ve duygu dünyalarımızı yumuşatabilirler ve böylece daha şartsız, biçimsiz bakabiliriz dünyaya. Yakalanıp içinde dönüp durduğumuz, çırpınıp durduğumuz, debelenip durduğumuz girdaptan başımızı kaldırıp gürül gürül ve doludizgin nehre bakmaktan söz ediyorum. Başka bir dünyanın havasını koklamaktan… Kuantum fiziğinin öncülerinden Niels Bohr’un söylediği gibi, “her şeyin kabul olarak değil de soru olarak anlaşılması gerektiğinden”… Her ne kadar güç olsa da bu. Çünkü girdaplarla akış arasında muazzam bir gerilim vardır geçişleri zorlaştırıp (hata) imkânsızlaştıran. Burada belki de asıl sorulması gereken bir soru var: Dünya ve giderek evren, bize göründüğü gibi, birbirini dışarlayan, birbirine rakip, düşman şeylerin, nesnelerin, bedenlerin birbiriyle kapışma, kavga, mücadele sahası olabilir mi? Eğer kendini dünyadan ayrı, farklı bir varlık olarak görüyorsan öyle yapılıp edildiğin bir dünyayı uyurgezer bir şekilde, körlemesine yapıp ediyorsundur. Çünkü “Görmek, yapmaktır.”[4] Çünkü gözlemci ile gözlemlediği şey ayrılmazcasına bir bütündür.
Ah, evet dünya hakkında bir dünyayım. Gördüğüm, işittiğim, dokunduğum, kokladığım, yiyip içtiğim şeyler, nesneler, bedenler de dünya hakkında birer dünya… Öyleyse onlardan ayrı, farklı ve bağımsız olamam. İç içeyiz işte (iç içe neden ayrı yazılıyor ki*?), aynı dünyanın mahsulleri ve tohumlarıyız, aynı evrenin mahsulü ve tohumu. Tek, biricik ve eşsiz paydamız bu. Bunun dışındaki her şey böler, ayırır, parçalar. Aha işte indirgendiğin, bağlandığın yerden de dünya birbirinden ayrı, uzak, farklı şeylerin, nesnelerin, bedenlerin, benlerin kapıştığı, savaştığı bir yer olarak görünür.
Hisseden ve hissetmeyen bütün varlıkları, bütün yönleri hurra, hurra, hurra diye selamlayarak bir kez daha çığıralım: “Görmek yapmaktır” ve görmekten daha kallavi bir eylem yoktur.
Bir de
flamingoların yavaş yavaş ama birlikte
tek parça bir bütün olarak havalandığı
yerden göğe bakalım
hepimiz gerçekten mutlu olabiliriz.
(Mühür, Mart-Nisan 2009, sayı 24)
[1] Komünist Manifesto, Karl Marx, Friedrich Engels.
[2] Karmaşıklık, o sistemi daha önemli, ayrıcalıklı yapmaz, her şeye daha çok bağlar.
[3] Manuel De Landa, Çizgisel Olmayan Tarih, Metis Y., İstanbul, 2006. bkz. s. 17, 18.
[4] KDavid Bohm, kuantum mekaniği fizikçisi.
* Anlamca iç içe oluş biçime yansımak zorunda değil çünkü, fiziksel uzaklığın sosyal uzaklık anlamına gelmeyişi gibi / editör.
Gelir her şey kendi biçimi kendi özüyle dünya kendine benzer.
sarksak eşyanın hiç taraflarına şiir üzerine şiir düzenlesek
dipteyim/tersinden bakarsanız yukarıda/ağrım hep turfanda/ kalbimi parlatırım sabah akşam halil rıfat’ta/hayat, maliyetini karşılamayan iş.