Tepe not: Hülya Özel Aydoğdu ile birlikte Bayraklı sahilinde- 3 Mayıs 2014
Bir nehrin kenarında, tıpkı nehir gibi akan mavi saçları, –Mavi Su’ydu rüyamdaki adı-, rüzgara teslim olmuş, rüzgarın estiği yönde dalgalanıyor, kanı doludizgin bir nehir gibi çağıldayarak akıyordu. Kalbi nehre su içmeye gelen bir cerenden farksızdı ve görünmeyen bir davulun kasnağına vuran tokmak gibi anbean ritmi artan bir coşkuyla gümbürdüyordu. Olan şuydu: Mavi Tüy az önce hediye olarak ona mavi bir tüy vermişti. Daha o an’da bulut bulut olmuş, yaprak yaprak savrulmuş; eline, yüzüne, sesine, bakışlarına yağmur yağmur yağıp güneş güneş açmıştı. Açtıkça şeklinin şemalinin artık tutamadığı coşkusu, heyecanı görülmeyen içsel patlamalarla tir tir titretti Mavi Su’yu. Bir kısrağa dönüştürdü alacalı alacalı kişneyen. Kaburgalarının altında bir gezegen yaptı, gezegenin içinde atlı, atlının içinde gökyüzü, gökyüzünü içinde bir çekmece, çekmecenin içinde gelecekteki güzel günler, gelecekteki güzel günlerin içinde mavi bir tüy… Bu hediyeye karşılık boynundan çıkarıp yeryüzü taşlarından enva-i çeşit taşın irili ufaklı gezegenler gibi dizildiği kolyesini verdi Mavi Tüy’e aldığı nefesi verir gibi. Mavi Tüy’ün yüzü buğulandı bu sıcacık nefesten. Ilıdı. Gözleri bir göktaşı gibi kayıp Nehirde Bahar’ın içine bir ateştopu olarak düştü. Tatlı tatlı yakıp kavurdu her şeyi. Yalayıp yuttu. Derken verilecek hiçbir şeyleri kalmayıncaya kadar pervasızca, hiç çekinmeden ve coşkuyla sözler alıp sözler, öpücükler alıp öpücükler, dünyalar alıp dünyalar verdiler birbirlerine. Neleri var neleri yoksa. Bütün her şey verilip alınınıp verilip alınacak bir şeyleri kalmayınca bir tek kendileri kaldı. Öylesine, başıboş ve hülyalı…
Fusus'ül Hikem okudum hiç yoktan gökyüzünde hiç yoktan kuşlar uçuyor hiç yoktan bir taşın başında…
Gelir her şey kendi biçimi kendi özüyle dünya kendine benzer.
sarksak eşyanın hiç taraflarına şiir üzerine şiir düzenlesek