Fritjof Capra’nın “gelecekteki tarihçiler tarafından çağımızın en etkili düşünürlerinden birisi olarak değerlendirilecek” dediği Gregory Bateson, “Dünya karmaşıklığı arttıkça daha bir güzelleşir” diyordu. Gregory Bateson, “kalıpların ötesindeki modelleri ve yapıların altındaki süreçleri araştırmak suretiyle çeşitli bilimlerin temel varsayımlarına ve metotlarına meydan okuyan” bir bilim adamıydı. “İlişkinin her türlü tasvirin temeli olması gerektiğini söylüyordu” ısrarla ve “başlıca gayesi, gözlemlediği fenomenlerdeki organizasyon ilkelerini keşfetmekti.” Buna “her şeyi birbirine bağlayan model” diyen Bateson için “öyküler, kıssalar ve metaforlar insan düşüncesinin, insan aklının temel ifadeleri”dir. Ona göre “öykülerin vazgeçilmezliği, ilişkilerin vazgeçilmezliğiyle” ilişkilidir. Tam da bu noktada özellikle vurgulayayım ki “doğmakta olan yeni paradigmanın ana unsuru nesnelerden ilişkilere geçiştir.” Yani “biyolojik yapı (form) ilişkilerin bir araya gelmiş şeklidir, parçaların değil.” Bu doğrultuda “bir öyküde önemli olan, dikkate alınması gereken şey konu, olaylar veya öyküdeki şahıslar değil bunların kendi aralarındaki ilişkilerdir.” Diyeceğim, “dünya karmaşıklığı artıkça daha bir güzelleştiği” gibi bir yandan da kendine bir kalp edinmiştir, bir vicdan, bir adalet duygusu. Aynı zamanda da karmaşıklığı yönetecek bir akla, zihne, bilince gereksinimi olacağından bir beyin oluşturması kaçınılmazdı. Bu, o şeyin kendi kendini örgütleme isteği ve kararlılığıdır. Aslında bütün sistemler böyle işler. Buna, ‘kendinde kendi kendine kendini işleten işletim sistemi’ de diyebiliyoruz. Bana bir ilişki ver sana bir dünya yaratayım. Bu bağlamda hem kendi içimizde hem içinde olduğumuz süreçler içre süreçler anlamında bir dolu öyküden başka bir şey değiliz. Bir öyküler oylumu. Bir araya geldiklerinde dünyanın öyküsü ortaya çıkıyor. Yazılmış, yazılan, yazılacak olan bir öykü bu. Haydi, bana bir öykü anlat.