Uluer Aydoğdu
seken bir kurşunum babamın sıktığı
ne yapayım buradayım.
Kuşlar var, iyi ki, inanalım diye başka diyarlara, nehirler akar hiç bıkmadan, rastlaşır ve severiz birbirimizi, zamanın aktığı istikamette milyonuncu kez karşılayıp hayatı, uğurlarız milyonuncu kez.
Kuş gibi kanat çırpıyor, kuş gibi şakıyor, kuş gibi yerinde duramıyor, yani kuş gibi davranıyorsa hayattır o. Ve kuş gibi doğup kuş gibi yaşayan kadınlar büyütür insanı orta yerinden.
Diyaloglar, hakiki diyaloglardan söz ediyorum tabii, şaşırtıcı ve ölümcül sıçramalara gebedir. Marx’dan hareketle söylüyorum bunu, aferin ona.
“Ölümcül sıçramalar; aynı, ortak anlam, değer ve kurallar dizinini paylaşmayanlar arasındaki karşılaşmalardan, çarpışmalardan, yani aralarındaki mübadeleden doğar ” diyordu; geleceğe, şiire, aşka alamet bir açıklığı koymuştur önüme, hürmetler. Tabii, bütün hisseden ve hissetmeyen varlıklara, onların yapım ve tamir işinde çalışan kuarklara, atomlara, moleküllere de sevgiler, mis kokulu çiçekler, şiirler.
Odin, Mars ve Zeliş, Köri, Lily, Ozi, aha işte çocuklarımız. Ozi, on beş yaşında dişi bir kedi. Tabii kedi dediğime bakmayın, bencileyin birisi. Diğerleri de köpek etiketini kaldırarak söylersem başka birer ben…
İki kumrumuz var bir de, dostlarımız.
Çilliplopom Diyarı dedik biz buraya. Can veren ad verir, kadim bir yasadır. O diyarda Mutlubaharlarevi’nde yaşıyoruz canım refikam Hülya Özel’le birlikte:
Yedi Nisan İki Bin Bir’de
aşkın köründe uyanıp
rüzgarlar kralı Aeolus’un refakatinde
iki meleğin uçurduğu bir otobüsle
uzay-zamanda bütün gece yol aldıktan sonra
İzmir’e gelişini hatırlıyorsun.
Körfezde yabancı bir dilde yazılmış gibi uçuyordu kuşlar.
Çilliplopom Diyarı nedir diye soracak olursanız, hemen söyleyeyim, buyrun:
Bir keresinde
köprünün birinin
çilliplopom, çilliplopom diye seslendiğini hatırlıyorsun sana
çilliplopom, büyük deden Tahsin Ağa’nın gravotu dediği gravite ile
bir yörüngeden başka bir yörüngeye bükülmek demekti
meşk halinden Mecnun’a doğru faz değiştiriyordun mesela
yaprağın dalından ayrılış vaktiydi bir çalımla
başkalarına karşılayamayacağı toplar atmadın hiç
oyun sürsün istiyordun çünkü
değilse yapayalnızdın, bir anlamı yoktu mavinin
değilse nefes alıp verir gibi ping-pong oynayamazdı Çinliler
belki de en çok buydu çilliplopom
bütün sorulara verilebilecek yegane cevap
biz kimiz, çilliplopom
hayatın anlamı ne, çilliplopom
niye hiçbir şey yok da bir şey var, çilliplopom.
Bu yüzden “olumlama ve değilleme” yapmadan konuşacağım, konuşacağım, konuşacağım. Tam buraya bir parantez açabilir miyim? [“Olumlama” ve “Değilleme” yapmadan konuşmak Roland Barthes’ın Romanın Hazırlanışı I’in (Collège de France Ders Notları, 1978 -1979) 9 Aralık 1978 tarihli oturumunda söz ettiği Zen-anekdotunda geçer: “Şu-Şan (X. yy.) bir grup tilmizi karşısında elindeki çubuğu sallayarak şöyle der: Buna çu-pi demeyin, çünkü derseniz bir olumlama yapmış olursunuz; bunun bir çu-pi olduğunu yadsımayın, çünkü yadsırsanız, bir değilleme yapmış olursunuz. Olumlama ve değilleme yapmadan konuşun, konuşun!”] Bu yüzden, mesela “aşk, şudur” dersem aldırmayın, “bu, aşk değil dersem” boş verin. Aha işte aldı bir eşik cini olduğundan hiç kuşku duymadığım Rilke:
I’m so afraid of peoples’s words.
They say everything so clearly:
And this is called dog, and that is called house,
And here is the beginning and the end is there.
Ah canım benim ya, fırlatma rampam, kaçış çizgim nereden buldun bunları, kim fısıldadı bunları sana, aldım kalp hizama koydum, akıl hizama, kaçış çizgisi hizama, sen çok yaşa emi:
İnsanların sözleri beni de çok korkutuyor adamım
Her şey o kadar açık ve net ki onlar için:
Örneğin bu köpek, şu ev diyorlar,
İşte burası başlangıç, şurası da son.