Ana SayfaAnlatı-ÖyküYıkılacaksan da vuruşa vuruşa birader

Yıkılacaksan da vuruşa vuruşa birader

Yazar

Tarih

Kategori

Yıkılacaksan da vuruşa vuruşa birader
asil bir duygudur bu kanında dolaşan
Ankara’nın taşına bak ve kımılda
kavra şiirini
barut mu, aha işte kalbin
rüzgâr nasıl olsa esecek, belki de o rüzgâr sensin
ol emre uyarak alacalandı mı üzüm
durmaz yürür şaraba, sonrası şiirkerim!

↔💙🎶🌻
Düşünüp taşınmak var olan (mevcut) yerini, konumunu, halini başka bir yere, konuma, hale taşımak demek. Neymiş efendim, düşünüp başka bir konuma, yere, hale taşınırım. Değilse düşünmüyorumdur ya da düşünülmüş ve düşüneni başka bir yere, hale taşımış olanı tekrarlıyorumdur.

Düşünüp taşınmak var olan (mevcut) yerini, konumunu, hâlini başka bir yere, konuma, hâle taşımak demek. Değilse düşünmüyor çoktan düşünülmüş bir yere, hâle taşınmış oluyorum.

↔💙🌻
Toz oluş
İrili ufaklı zerrelerin tozup durduğudur hepi topu. Tozdur ve toz oluştur hepsi. Burada doludizgin ve azgın akışın var ettiği nesneler, bedenler değil akışın bizatihi kendisi anlatılır. Durmayarak durmak dlye bilinir kuşlar arasında,  burada kalmayarak burada kalma anlatılır.
↔💙🌻
Ne kadar isabetli şeyler şu kuşlar, başka bir şey olmaya da olurmuş.

Martılar olmasaydı misal gökyüzü boş bir tuval gibi olurdu şiir geçmez türkü işlemez.

Misal kırlangıçlar olmasaydı ne yapardım.

“Kuşların kraliçesidir kumrular”, diye soluksuz, ama aheste beste, sanki  zen zene, hiç hiçe tekrarlayarak balkonda görünen

Her an ki an ne kadar sürer, belki bir saniye, belki yıllar yıllar, hatta çağlar çağlar, yeni bir sayfa açılıyor efendim. Önceki sayfa ise buruşturulup, yırtılıp, yakılıp atılıyor. Sürekli devinim. Katı, sert, hareketsiz gibi görünen şeyler görebilen gözler için hiç de öyle değil. “Duyularımız yeterince iyi olsaydı kayalıkların raks eden kaos olduğunu görürdü”. Makroskobik düzeyde olduğu gibi mikroskobik düzeyde de bitmek bilmeyen bir uğraş sürüyor, Nietzsche işte.

↔💙🌻
O kendi canına kıydıkça kendini yaratıyor, kendini yarattıkça kendi canına kıyıyor. Başlamadığı için sona ermiyor. Tabii başlamayı da seçebilirsin. Seçtiğinde ki seçtin başlangıç koşulunu değiştirdiğin için sına erecek bir yolda buldun kendini. Başlangıçın başlamamak olsaydı sona ermeyecektin. Aslında zihinsel bir düzenleme bu. Kurgulanan ve inşa edilen bir ben’sin.

↔💙🌻
Hangi çiçeklerin ruhunu taşıyoruz kim bilir
belki de bir solucan deliğinden geçip geldik buraya.
↔💙🌻
Şiir ucuyla gördüklerim
Kalp ucuyla gördüklerim: İnsan doğduğuna inandığı için ölür. Ya da yaşamı olduğunu düşündüğünde ölüme yakalanmıştır.
↔💙🌻
Arzunun atıyım, gerinmenin uzay-zaman dokusu
hiç yoktan geliyorum
hiç yoktan bir çıkıntının ucundaki girintiden
hiç yoktan bir vadide akan dereden
dünyanın fırlatıp attığı bir çığlığım
hiç çekiş, inilti
hiç yoktan temeller üzerinde yükselen
sofistike bir sey
şu an onu okumaktasın
burası hiçliğin sesi
istersen sesin hiçliği de diyebilirsin
de gitsin gidebildiği kadar
hiç çekmenin böğürtüsüyüm ben
dünyayı ele avuca gelmezliğinden tutup kavramanın hiç denizi
dünya denilen bu tümsekteki debelenip çırpınmalarım boşta kalmış ellerim kadar hiç
ağırdan alıp kendini zamana yayıyor çakıltaşı
uzatmanın âlemi değildir de nedir bu
âlemin uzatması
ben ne bilirim.

Akıştan başka bir varlığın yok yahu
varlığından başka bir akış.

↔💙🌻
Aşk, bileşenlerinin toplamını aşan anlamı ve hayatı olan toplu bir örgütlemenmedir. Tıpkı doğa gibi ya da bir çiçek, karınca ya da insan gibi. “More is different”, fazlası farklıdır diye tabir edebiliyoruz bunu. Tam da bu yüzden bileşenler değişir ama kendini örgütleme aşkın bir ilke olarak hep vardır. Burada, bu işte ille de fail arayacak olup fail kim diye soracak olursak fail kendini örgütlemedir diyebiliriz. Peki ve güzel yapıp eden kendini örgütlemeyse yapılıp edilen ne sorusu çıkar karşımıza, öyle değil mi? Yapılıp edilen, yapıp eden kendini örgütlemenin ortaya çıkardığı, yani yarattığı şey, nesne ve bedenler değil kendini örgütlemenin kendisidir. Başka bir söyleyişle asıl olan kendini örgütlemedir, kendini örgütlemenin ortaya çıkardığı şey, nesne ve bedenler değil. Öyleyse kendini örgütlemenin kendini örgütlediğini, yani örgütleyenin de, örgütlenenin de kendini örgütleme olduğunu söylüyoruzdur (self-organization). Asıl olanın bu olduğunu söylüyorum. Etrafımızda gördüğümüz, işittiğimiz, dokunup kokladığımız, yediğimiz, içtiğimiz şey, nesne ve bedenler ise kendini örgütlemenin ortaya çıkardığı, yarattığı şey, nesne ve bedenlerden başka bir şey değiller. Burada yaratılan ya da ortaya çıkarılan asıl şey ise kendini örgütlemedir. Kendini örgütleme kendini yaratmakta, kendini ortaya çıkarmaktadır. Kendini var ettikçe var olmakta, var oldukça da kendini var etmektedir, söylediğim budur. Yaratan ve yaratılanın kendini örgütleme olduğu… Başka bir söyleyişle öznenin de nesnenin de kendini örgütlemedir. Belki gözümüzde canlandırılması çok güç ama kendini örgütleyenin kendini örgütlemenin kendisidir demek istiyorum. Ortada görünmese de kendini örgütlemeden başka bir şeyin olmadığını… Kendini örgütlemenin kendini var ettiğini, yani yarattığını, ortaya çıkardığını…

Burada kendi dediğimiz şey; bir şey, bir nesne, bir beden, bir cisim olmayan kendini örgütlemekten başka bir şey değil.  Ve her defasında ya da anbean kendi kendine kendini örgütleyen kendini örgütlemeden söz ediyoruz burada. Daha genel olarak örgütlemeden. İlle de bir varlıktan söz edecek olursak asıl varlık örgütlemenin kendisidir. Gövde ya da beden odur. Ve o anbean kendini (toplamını) aşan anlamı ve hayatı olan bir şey. Asıl olan bu. Kendi kendine kendini ortaya çıkarıp yaratan örgütlenme bu. Örgütlenme kendi örgütlüyor. Var olan bu, olup biten, bitip olan bu. Misal doğa. Toplu bir kendini düzenleme, örgütleme, organize etmedir. Kendi kendine kendini yapma ve aynı zamanda da kendi kendine yapılıp edilme. Yapıp eden de yapılıp edilen de kendini örgütlemedir. Yapılıp edildiği kendini yapıp eden örgütlemedir bu, düzenleme, organize etme.

Dört boyutlu bir kafeste olduğumuz için bunu anlamak, gözümüzde canlandırmak çok güç. Dört boyutlu, daha doğrusu boyutsuz bir şeyi boyutlu akıl yürütmelerle anlamanın, boyutlu şeyler arayan gözlerle görmenin neredeyse imkansız oluşundan söz ediyorum.

İlle de dört boyutlu şey,  nesne ve beden arayan gözlerimiz doğal olarak boyutsuz, bir şey, bir nesne, bir beden, bir cisim olmayan kendini örgütlemeyi göremeyecektir.

Ve misal, doğa bileşenlerine karşı ilgisizdir. Aşk için bileşenleri “saman köpeklerinden” başka bir şey değildir. Çiçek moleküllerden oluşur ama molekül değildir. Moleküller atomlardan oluşur ama molekül değildir. Atomlar atomaltı parçacıklardan oluşur ama atomaltı parçacıkları değildir. Doğa enva-i çeşit şey, nesne ve bedenden oluşur ama bir şey, bir nesne, bir beden değildir. Doğa ağaçlar, orman, börtü böcek, sincap, çiçekler, kaplan, nehir, dağlar, antilop, primat değildir. Onların yapıp ettiği, örgütlediği bir şeydir, ah, evet onların toplamıdır ancak o toplamı aşan anlamı ve hayatı vardır. Bileşenlerine indirgenmez, bileşenlerine karşı ilgisiz, duyarsız ve onlara karşı hiç de cömert olmayan bir bütünden, öbekleşmeden, tümlükten söz ediyorum.

↔💙🌻
Jack Hirschamn
↔💙🌻
Asıl olan akıştır. Ne yıldızlar ne dağlar ne de lnsan. Akışın var ettiği şeylerin, nesnelerin, bedenlerin değil de akışın asıl olduğunu söylüyorum. Kaldı ki akışın var ettiği şeyler, nesneler, bedenler de akıştan başka bir şey değiller. İçin için, dışın dışın her şey, her nesne, her beden akıyor. Ucu yok bucağı yok akışın. Çünkü bir şey, bir nesne, bir beden değil. Boyutları yok. Bu yüzden görülebilen, işitilebilen, dokunulabilen bir şey değil.
↔💙🌻🏹
“Sevdakeş”… Bir dönem Yeşilçam”da oyuncu, sonrasında da Avustralya’ya gidip yerleşmiş şair Nihat Ziyalan’ın Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkmış yeni kitabının ismi. Güzel, ilginç, çarpıcı bir kitap ismi. Kitabı okumadım, bu yüzden şiirler hakkında ahkam kesecek değilim. Hele hele Nihat Ziyalan hakkında hiç. Şairliğini de konuşacak değilim bu konu beni aşar. Beni aşan sularda yüzmeyi hiç sevmem, zaten iyi bir yüzücü de değilim. Yeryüzüne ayaklarım bassın isterim, toprağı, zemini hissetmek.

Sevdakeş, güzel bir kitap ismi, söylemiştim bunu, harika bir buluş olduğu da doğru, bunların ötesinde ise bağımlılığa işaret ediyor. İlgilendiğim konu da bu. Esrarkeş’ten devşirilmiş bir sözcük ve pek yerinde. Düşünelim öyleyse biraz. Esrarkeşler esrara bağımlıdır, öyle değil mi?  Sevdakeş de sevdaya bağımlıdır öyleyse.  Buradan çıkarak bağımlı olduğumuz şeyleri çoğaltabiliriz pekala. Arabakeş, eşyakeş, kitapkeş, iktidarkeş, şiirkeş, sekskeş, kahvekeş, çaykeş, alkolik deniyor ama alkolkeş, rakıkeş, parakeş… Ve hatta hayatkeş. Bağımlılığın, tiryakiliğin en önemli özelliği varlığını bağımlı olunan şeye, maddeye, işe, kavrama bağlamaktır. Ve bir kere öyle ya da böyle bağlandıktan sonra o şey neyse onsuz yapamamaktır. Bağımlı o şey neyse onsuz yapamadığı gibi hep daha fazlasını ister bir de. Varlığı tamamen bağımlı, tiryakisi olduğu şeye bağlıdır artık. Onsuz yapamaz. O şeyin yokluğu düşüncesi bile katlanılmazdır. Bu yüzden o şeyi elde etmek için her şeyi göze alır keşler.

↔💙🌻🏹
Var olmaktan başka muhafaza edeceğin bir şey yok. Var olmak, adı üstünde var olmaktır. Var olmak daima hazır (hızır) olmak demektir. Herhangi bir şeye, bir maddeye, eşyaya, araca, teknolojiye, ideolojiye, inanca, mite, hikayeye bağımlı olmadan. Esrarkeş nasıl esrara bağımlıysa İdeolojikeş de ideolojiye bağımlıdır. Yani inancı tarafından yönetilmektedir inançkeş. Varlığı bağımlı olduğu miti var etmektedir mitkeşin. Yani var, ama yoktur. Yani var değildir. John Zerzan’nın vurguladığı gibi “mevcudiyetten sürgün”dür. Keşsen, var, yani mevcut, yani
hazır değilsen yokluğun başka şeyleri var ediyordur.
❤👉🐒🔴
Johny Rotten, Sex Pistols’un solisti, bektaşi, veli ya da hacı da diyebiliriz, tüm şiirbazlardan kendini esirgeyip bağışlayan ücra “No future, no future” diye bir tepe not çıkmıştı varoluşa, alıp kalp ucuma koymuştum, elde var bir. Ve İlya Prigogine, eşik cinlerimdendir, pir, abdal ya da termodinamiğin şairi salik “Is Future Given”,  Gelecek var mıdır ya da var gelecek midir, diye bir açıklık bırakmıştı önüme pattadan mor salkımlı, elde var iki. Aşağıdan yağar yağmur, diplere, kuytulara senalar olsun. “Umbah, umbah”, diye halay çekerken buldumdu kendimi, ekleme yapmayı pek severim, aşk yapmayı, yol yapmayı, gönül, ekledimdi: Hayır, gelecek ancak başıma geldikten sonra bilebileceğim bir şey. Şeyin ecesi, şeyin dibi. Peki ve pek güzel. Başıma geleceklerin başına geçebilir miyim acaba? Soru bu, bilmece kıvamında tam bir koan beyefendisi. Koanlar, hani sözün bittiği yer deriz ya aha işte orada bitiveren henüz açmamış çiçeklerdir.
👉❤🏹💙🖑
Ben şimdi biraz Bektaşiyim, biraz Abdal, biraz Hikmet
Gökçe bir açıklıkta
kalbim gider ben giderim
ben şimdi biraz Veli’yim, biraz Pir, biraz Nazım
Enver bir göğün altında
şiirdir bu
şiiriyet’ten sual olunur mu hiç
ben şimdi biraz Behram’ım, biraz Çelebi, biraz Attar
🌙😊↔🌻🌜🔴
Karışıp karmaşıklaşmıyorsa bir şey hakkında konuşamam

Uzman ya da otorite değilim.Kaldı ki uzmanlık ya da otorite olmak bütünsel (total) olanı bileşenlerine indirgemekten başka bir şey değil. İşbirliği yerine işbölümünü öne çıkaran hayali ve kurgusal gerçekliğimizin uzantısıdır indirgemek. Bütünden koparıp bütüne yabancılaştırma aparatı.

Ah,evet fiziksel gerçekliğe uymayan hayali ve kurgusal (insanbiçimsel) bir gerçekliğimiz var.Tipik bir kapalı kap.Eşik cinlerimden 77 Nobel Kimya Ödüllü İlya Prigogine’nin (termodinamiğin şairi olarak da bilinir ve 60’lı yıllarda devrim yapmıştır) bütün çıplaklığıyla gösterdiği üzere içeriden ve dışarıdan enerji akışları yoksa sistemlerin var olan konumunu sürdürme eğiliminde olduğunu ve kapalı kaplarda/toplumlarda/gerçekliklerde tarihsel sonuçların hep aynı olduğunu biliyoruz. İnsanbiçimsel uygarlığımızın tüm anlam, değer ve kurallarının,yani kırmızı çizgilerinin kendimizi kapattığımız hapishanenin demir parmaklıkları olduğunu söylüyorum.Dengedeyse sistem ki “denge, biyolojide ölüm demektir,madde kör ve uyurgezerdir (sleepywalker).Uzak dengede ise madde uyanıp görmeye başlar ve çevresiyle dayanışmaya, işbirliğine girişir.Böyle buyuruyor Ilya Prigogine, süperzerdüşt’tur. Yanında Gustav Mahler’in 2. Senfonisi iyi gider.

Etrafımızda gördüğümüz, işittiğimiz, dokunup kokladığımız, yediğimiz, içtiğimiz her şey, her nesne, her beden görece uzak dengede ve kaotik (mikroskobik) temeller  üzerinde yükselip makroskobik sınırda beliren görece dengede ve düzenli şey,  nesne ve bedenlerdir. Görece daha katı, sert ve hareketsiz (düzenli/dengede) şeyler daha ağırdan alıp zamana öyle yayarlar kendilerini. Örneğin dağların ya da çakıl taşlarının ömürleri daha uzundur. Doğumları uzun sürdüğunden ölümleri de uzun sürer.

Bileşenlerimiz olan atomaltı parçacıklarının, atomların, moleküllerin toplamını aşan anlamı ve hayatı olan öbekleşmeleriz biz. Öyle ya da böyle yeniden bileşenlerimize dönüşeceğiz. Yani ölü ya da diri dünyaya gömülüyüz.

Öbekleşmelere ben mahsul diyorum. Aynı zamanda da tohum olan. Mahsul var olamayacağı yere/zamana gelince var olabileceği toprağa, o doğurgan rahmin, matrisin bildiğine, şefkatine tohum olarak ekilir. Üst, alt; alt, üst olur böylece anbean.

Ancak mahsul tohumlardan oluşur ama tohum değildir. “More is different”, fazlası, daha fazlası farklıdır diye tabir edebiliyorum ki bu durumu ilk fark edenlerdendir Prigogine. Daha öncesinde

P. W. Anderson’nun “More is different” başlıklı makalesinde karşımıza çıkar. 88 Nobel Fizik Ödüllü Robert B. Laughlin’in vurguladığı gibi “Ben atomlardan oluşuyorum ama atom değilim.” Burada şunu da söylemeden geçemeyeceğim: Bileşenlerinin toplamını aşan anlamı ve hayatı olan şeyler bileşenlerine karşı ilgisizdir. Hatta bileşenler onlar için “saman köpeklerinden” başka bir şey değildir.

Bir de denge ile uzak dengenin ya da düzen ile kaosun yüzde yüz, mutlak olmayan iki uğrak yeri olduğunu söylemek isterim. İlya Prigogine ve Isabelle Stengers’in birlikte yazdıkları nefis bir kitap var: Kaostan Düzene – İnsanın Doğayla Yeni Diyaloğu. Bilirsiniz hakiki diyaloglar şaşırtıcıdır. Oysa insanbiçimsel uygarlığımız monologtan başka bir şey değil. Kibirli, buyurgan, zorba ve cahil. Cahilliği bütünden uzaklaşmak anlamında kullanıyorum.

Bebek yürümeyi öğrenirken denge ve uzak denge uğrak yerlerine vararak ilerlemeyi öğrenir. Yürümesi, ilerlemesi için adım atıp dengeden uzaklaşması gerekir, sonra diğer adımla, hop dengeye ulaşır. Yoksa yürüyemez. Toplumlar da böyledir. Uzak dengeyi, yani kaosu göze almazlarsa yürüyemezler. Tam da bu yüzden hep dengede kalmak, istikrar vs. tehlikelidir. Kaosla korkutulmaktan söz ediyorum. Yani ölü kalmamız isteniyor, yukarıda da söylediğim gibi kör ve uyurgezer olmamız.

🍒🍀🍒🍀
Önceki İçerikÇoktan ölüsün

En çok okunanlar

En Son Yorumlar