OLUŞ FELSEFESİ[1] ya da KAPTAN AHAP OLUŞ
Birbirleriyle alakasız gibi görünen şeyleri, olayları, oluşları, ayrışık terimleri bir araya getirip karıştıran alaşımın, yani varoluş sahanlığının “tek birliği ortak-işlevselliğidir: Bu bir ortaklaşma hali”dir. Evet, evet “duygudaşlık”tır, sahandaşlık ya da karındaşlık ya da şiirdaşlık… Burada önemli olan karışımdır, rüzgar, ayaklar; uzanıp kendini koparan el çabuklukları. İnsan girdiği ilişkilerle tanımlanır ve sahanlıkta giriştiği ilişkilerdir onu öyle ya da böyle yapan. Buradan bir bütün ortaya çıkar, bu hokkabazlıktır da aynı zamanda. Karışım her an değiştiğinden içindekileri de değiştirir an ve an. Yani yazgısı kendi elindedir insanın. Kendi yazgısının elinde oluşur insan.
Dünya daha önce de vardı, ama ben onu yeniden doğurmak için dünyaya geldim. İşbirliği yok mu burada? Elbette var, beni dünyaya getirenin babası olmak… Anneyi ‘evetleyen’ baba oluş… “Bir çocuk koşa koşa gelip / Çevirmeye başladı yeryüzünün pedalını”.[2] Yeryüzü ile denenme arzusu burada doğumcul safhaya varır. Bir beden-oluş, arzu eden beden oluştur. Arzu eden beden oluş, bir beden-oluş’tan daha çok, bedenin farkına varıştır. Bedensel olmakla arzu eden beden oluş arasındaki farktan söz ediyorum, böylece dünyaya düşülür. Merhaba dünya. Ben yeryüzünün çocuğuyum, yeryüzünün annesi, yeryüzünün babası… Güzel yeryüzü, büyülü ve gizemli. Yeryüzü bana eşlik eder, yeryüzüne yönünü gösteririm. O yönden gelir bana yeryüzü, o yönden gelip bana yön olur, onu izlerim, yönümü aydınlatan o derim, böylece ışığı taşırız, derken ışık her yerde. Bedenim kişner. Kendi bedeninin kişnemesi oluş. Çeşitliliğe açız, öyle değil mi? Açlığımız başımıza gelenleri bize yaraşır kılar. Bir kadın ya da bir erkek, bir gece, bir ışık, bir şehir çıkarılıp kurtarılır başımıza gelenlerden. “Bir çocuk böyle büyür işte / Kırmızıyı koştura koştura / Sarkıtarak ayaklarını şiirlere / sevdalara / ve ölümlere / Tam da şimdi bırakmalı / Tembel tembel gezinen uyumu / Ve oyuncak sevinçleri / Gitmeli gerilere / Çok daha gerilere doğru / Örneğin bir kedi mevsimine / Aniden arka arkaya doğarak / Henüz doğmuş bir bebeğin mor renginde”.[3]
Evet, evet bir arzu tanrısının ardından gidilir.[4] Arzular, çeşitliliğe duyulan oburca açlık, aşklar ve şehvet olmasa dünya daha sefil bir yer olurdu, kesin. Eh, hiç olmazsa… İnsan birazcık kurtulur böylece. Açlık, insanı özgürlüğe iter. Anlam, değer ve kuralları bozar, kabı çatlatır, oradan doğru akmaya başlar insan, zamanı ve mekanı şimdiye kaçırır, oluşu sıkıntılarından kurtarır. Öyledir, her hal geçilmesi gereken molalardır. Soyut bir geniş zamandan şimdiyi kurtarma operasyonu… İnsanı pervasız, sakınmasız bir varoluş olmaktan daha çok, durmadan hesap kitap yapan bir varlık olarak düşünmek mutsuzluk veren bir işlem olduğu kadar siyasi de bir şeydir. Böylece kendinden bir hayli uzağa taşınan insan vasatlaşıp kısırlaşmıştır. Adeta canlılığını yitirmiştir. Bir sürecin kendi akışından çıkarılıp yatağının değiştirilmesi işlemi pahalıya mal olan bir iştir. İnsan dediğimiz sürece karşı işlenecek en büyük suç, içgüdü eksiltmeyi ahlak yüksekliği gibi ne olduğu belirli bir soyutlukla takas etmektir. O halde bu alışverişi kesmek, iktidar aygıtına karşı en azından ‘bir pahalıya mal olma makinesi’ kesilmek, kükremek, kişnemek, ölmek, gülümsemek, savaşmak, nefret etmek ya da sevişmek -“sevişmezsin de neylersin”-, gitmek ya da cana kıymak… Yabancı oluş ya da yaban oluş… Albert Camus’un Yabancı’sında görebilirsiniz bunu: Yaşlı Büyücünün öldürülüşünü. İnsanın varoluşuna tanıdık gelmesi meselesi. Ben’in canına kıymak yabanın yaratılışı değil de nedir? Ölümcül bir doğum ya da doğumcul bir ölüm. Asıl yabancılaşmak insanın doğasında yer alan pervazsızlığa, boşalmaya, ayaklanmaya yabacılaşmaksa, şimdi-burada-oluş, yabancılaşmaya yabancılaşmaktır öyleyse… Tam da burada, yani iki tür yabancılaşma arasında geçmektedir her şey. İlerleme bandından şimdi, buraya kaçış. Çapta ilerleme işlevi. Çapsızlaşmak ya da yörüngeden çıkış işlevi. Zaman ve mekan böylece bir yekun ve nicelik olmaktan kurtulur. Çünkü çapın oluşturduğu alan mecburen yekun ve niceliktir. İktidar aygıtı bu alanı sürekli tarayarak her şeyi denetler. Bir çeşit radardır. Sistemden memnun olup olmamanız önemli değildir, önemli olan yörüngede kalmanızdır. Merkeze kurulan iktidar aygıtının taradığı alanda… Burada insanın varlığı görmezden gelinir. Bütün anlam, değer ve kurallar buna bağlıdır. İnsan-kuvveti sıfırdır. Belli hal ve koşullarda geçerli olan denklemler. İnsan kaçtığında bir anlamı olmadan oluşur. Ne kadar çapsızsak o kadar iyi. Yörüngeden çıkmak başarıldığında kaptan Ahap oluşur. Burada farklı bir anlamda, Moby Dick’in fallik anlamına doğru bir hamleden söz etmek gerekirse, kaptan Ahap’ın diğer balıkçılardan ayrılarak Moby Dick’e yönelmesi iktidar aygıtına karşı bir başkaldırı olarak da okunabilir. Bu dünyadan çıkmak, varoluşu sürdürmek için bu gereklidir. Kedinin sıçramadan çok önce kendisini sıçrayacağa yere doğru uzatması gibi Kaptan Ahap da yaşamı üretmek/yaratmak için kendisini yörüngenin dışına uzatır. Kaptan Ahap olmak değildir bu, Kaptan Ahap oluş’tur. Bir başka dünyada oluşmak ve oraya doğru emilip çekilmek. Paradoks mu? Kesinlikle, ama aynı zamanda da graviteyi kullanarak zaman ve mekanda istediğin gibi dolaşmak… Gerçekleşmekte olan gerçeklikle Gerçek arasında gravite ekseni, bir solucan deliği işlevi. Kendinizi büktüğünüzde, bir an’da başka bir yerde bulursunuz. Başka dünyalara fırlatılan ipe tutunarak hareket etmektir gravite. Zaman ve mekanı bükmek. İnsan sıçrarken gerçekleşmekte olan gerçekliğin çekimi ile varolan dünyaya doğru zorlanır. Varolan dünya bir dip fonksiyonu olarak sert darbelerle iş görür, ama sıçramak isteyen her seferinde konumunu sıçramaya göre alır.
KIERKEGAARD’ın “sonsuzluk şövalyeleri”… Yani bir kedinin sıçrama öncesi yerinde sağa sola kımıldaması gibi. Gerçekleşmekte olan gerçeklik çekimi insan olmadığında geçerlidir. Nedir bunlar? Ahlakçekimi, iyilikçekimi, doğruolmakçekimi
Bütün bunlar yörüngede tutar insanı. Onlara yaşıyor demeyin, onlar bir yörüngede dönüyorlar.
Olmak yerine oluş. Adam ol ya da insan ol ya da şair ol diyen iktidardır. Oysa adam oluş ya da insan oluş ya da şair oluş vardır. Oluşlar, hiçbir zaman tamamlanmadığına göre, olmak mümkün değildir ya da bir ‘oluş felsefesi’[5] oluşur burada. ‘Oluş felsefesi’ her zaman için geçicidir ya da bir açıklıktır ya da açlık. Bakın varoluşun çanları çalmakta. Olmaktan oluşa giden yöneliş için. ‘Oluş felsefesi’ işte bu devinim oluşun felsefesidir. Dalgalanışın, canlılığın. Ne kadar aşağılık kabul edilirse edilsin içimizde ilk uyanan arzuya atlayıp sağa sola, ileriye geriye, yukarıya aşağıya dalgalanarak kaçmak, ne olacak diye hiç hesap kitap işine girmeden, öylece, pervasız arzunun sürüklediği bir boşalma oluş; kendinde, kendi kendine, kendine yaslanan; kendinde, kendi kendine, kendini kaçıran, gelip geçmekten korkmayan bir kaçak oluş. Ben kim oluyorum da kaçmayayım? Rüzgar bir an’da çıkar ve bizi sürükler. Rüzgar oluş. Varlığının örsünde varoluşun başka hallerini dövmek. Sıkıntıdan patlarken nerden çıktığı belirsiz bir rüzgar beni iteler ya da gidip büyücülerden üç düğümlü bir torba içinde rüzgar satın alırım.[6] “Rüzgardaki anahtarlar benim tinimi kaçırmak içindir.
Mutlubaharlar evi, İzmir, 2007
Mühür, Mayıs-Haziran 2007, sayı 14
[1] Oluşlar, Varlık ve Şairler, Uluer Aydoğdu.
[2] Yaşlı Büyücünün Memeleri, Uluer Aydoğdu, Prospero Yayınları, Ankara, 1994.[3] a.g.y.
[4] Hayran Olunası Casanova, Philippe Sollers (Fransızcadan çeviren: Serdar Rifat Kırkoğlu), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2002.
[5] bkz. Yok Felsefesi, Gaston Bachelard, YKY, 2006. Olanın değil, oluşun/oluşların felsefesi. Oluş, hiçbir zaman tamamlanmadığı için, Oluş Felsefesi de oluşan bir felsefedir. Bu yüzden geçicidir, açık bir sahadır ve süreçlerin egemenliğindedir. Tam da bu yüzden canlılığın, akışların, ilişkilerin, rastlaşmaların, karışımların felsefesidir. “Deneysel bilimlerden örnekler alır. Deneyden sonra ortaya çıkan, sonsal ya da mutlak bir değer olmadığı için (a posteriori) oluşların görece konumunu ve hızını verir.” Değerlidir ve aynı zamanda da böylece “a priori filozefemlerle” karıştırılmamış olur deneysel bilimlerin teoremleri. Oluş Felsefesi oluşun/oluşların felsefesi olduğu için varolanı da görece olarak durdurulmuş oluş/oluşlar olarak ele alır. Diğer yandan bütün ilkeler sabit olmayıp oluşan ilkelerdir, yani geçicidirler. “Filozefemlerin” anlaşılmaya teoremlerinin ise uygulanmaya gereksinimi vardır. Oluş Felsefesi nesnelerden ilişkilere, olandan oluşlara yönelir. Bu yüzden nerdeyse mutlak da denebilecek bir şekilde devinimdir. Devinimini oluşlardan alır.
[6] “Finlandiya’da büyücüler denizcilere rüzgar satarlardı. Rüzgar üç düğüm içinde saklanmış olurdu. Birinci düğümü açarlarsa ılımlı bir rüzgar başlardı; ikinciyi açarlarsa, fazla sert olmayan bir fırtına eserdi; üçüncüyü açarlarsa bir kasırga.” Altın Dal, James G. Frazer (İngilizce aslından çeviren: Mehmet H. Doğan), Payel Yayınları, İstanbul, 1991.