
Bir gün geldim ve söyledim şans ya da kader denen şeyin cömert
bağrından. Varoluşun aç ve cesur sesiyle: Ben Hiperborea’lıyım,
hayatın ağrıyan yeridir hallerim. Evim basit bir kabuk, gönlüm şu
dalgalanan deniz, orman ahlakım. Her nefeste içime çekip kâinatı
her nefeste geri veririm. Kendi kendime kendimi solur, kendi
kendime kendimi var ederim. Şimdi, burada gürleşen kalp
ormanında geçer günlerim, aşk boylarında, kavga tarlasında.
Oluşmaktan başka bir şey bilmem. Bana “aferin” der mi Turgut
Uyar acaba, göğe en iyi ben bakarım. Karınca sözüdür, herkes
göğe bakarsa o sene çok olurmuş aşk ve zerdali. Hayatın bir
bildiği olmalı, benim bildiğim matematiği olmayan bir
matematiktir hayat. Böyle iyi, böyle çok iyi, kertenkele kralım
ben lemurların arasında, çiçekler tanrıdan daha gerçek.
http://denizsuyukasesi.blogcu.com/dogru-kuslar-yanlis-ucmaz/14113233
Hiçbir yerde oturuyorum
 Ben çok uzak bir gelecekte oturuyorum, atların
 yürüyüşünde, ey sevgili ben senin geleceğinde
 oturuyorum. Kuşlarda, güllerde, akşamlarda,
 pervaza dayanmış bir dirseğin burkuluşunda oturuyorum.
 Kaya’da ve su’da. Ağaçların kabuklarında.
 Dinozorlar kuşlara doğru bükülür, orada. Bir anıdaki kırıklıkta,
 bir kadındaki kuşkuda oturuyorum. Çok ileride.
 İlerinin de ilerisinde oturuyorum. Size göre geride.
 Hemen şuracıkta, gölgede. Kendimde oturuyorum.
 Az kaldı bir ölümde oturuyorum. Biliyorum, ey sorgucular
 epey gitmek gerek, ötelerde oturuyorum. Öteleri geçer geçmez
 mutlak sessizlikte oturuyorum. Bir yalnızlıkta, bir dönemeçte.
 Şu çölü aştık mı görünür, bir şenlikte oturuyorum.
 Sola doğru bakın, duydunuz mu şu eski türküyü:
 Mavi yazma bağlama anam, mavi yazma tez solar,
 da oturuyorum. Az daha gidin, karşınıza kallavi bir güneş
 çıkacak, da oturuyorum. Hayal edin, neredeyse
 görünür deniz, de oturuyorum. Bağırıyorum,
 çağırıyorum, çarpışıyoruz birbirimizle. Orda oturuyorum:
 Ah, iç tenim: Ben hiçbir yerde oturuyorum, her yerde.
***

Bir bilinç gezintisi: Çıkış için*
-İçindeymişim meğerse içimde olanın-
Kendini evden çıkardı
 ne el sallayan oldu ne su döken
 katlayıp itinayla evi
 sokaktan çıkardı
 sokağı omuzlayıp mahalleden
 uyuyordu mahalleli
 mahalleyi bir güzel bohçalayıp şehirden çıkardı
 kimsenin ruhu duymadı
 şehri alıp
 sanki çıkarılması yasak bir şeymiş gibi
 ülkeden çıkardı gizlice
 ülke bir iki tıngırdadı
 bir iki sağa sola oynadı
 ülkeyi dünyadan çıkardı bir güzel
 ağzının kenarına bir ıslık yerleştirdi gelişigüzel
 dünyayı, hop, kâinattan çıkardı
 durdu bir süre
 çıkar çıkar bitmiyordu
 içine kendisinden koymuştu namussuz
 kâinatı alıp kendinden çıkardı
 kayboldu öylece
 ah etmeden vah demeden
 ve ben ardından bakıp
 gülümsedim.
*Jacques Prevert’in Sabah Kahvaltısı’nda bulunmasaydım bu
 şiiri yazamazdım.
***

Ot hızlıdır
 -Ters dönmüş zirvedir çukur-
Denizimi kalbimden çıkardım
 oldum bir dehliz gıdım gıdım
 imgeveleyip durun siz
 bataktan çıkardım kalbimi
 ben kaç tım.
 
Uzayımı yanımda taşırım
 ben giderim o gider
 cevahirimde bir solucan deliği
 aramam bulurum seni
 ben kaç tım.
 
Uçlarım çıplak, uçlarım kaçak, uçlarım deli
 bir ot oluştum, yorum yok
 ellerinizden öptüm, yorum yok
 iyi günler ruhi bey, nasılsınız
 ben kaç tım.
 
 Bir kertenkele gibi tım tım
 ovaladım sihirli lambasını Uluer’in
 cini oldum, ini
 verdim ülkeme
 ölümüm cebimde
 ölümüm bedava
 hediyem.
 
N’aber yavrum
 ben
 kaç
 tım.
***
