Uluer Aydoğdu
Son model, bilmem kaç milyarıncı nesil bir beden. Son derece karmaşık bir organizma. Bu karışıklığı yönetebilecek beyin, kalp gibi yapılanmalarla donanmış. Beş duyusuyla dünyaya, giderek evrene katılıp dünyayı ve evreni deneyimliyor. Aha işte ‘ben’ dediğimiz şey, nesne bu deneyimlerin toplamı.
Peki ve güzel. Bir beden ne yapar?
Bir beden, anne karnında var olamayacağı yere varıncaya kadar bir bütün olarak serpilir gelişir. Rahimde kapladığı hacim başka bir dünyayı gerektirmeye başladığında şaşmaz bir karalılık ve isabetle başını uterise (doğum kanalı) hizalar. Artık o uzun, ince yolu göze almıştır. Karanlığı, darlığı deneyimlemeyi göze almıştır. Kendi kendine, kendini yaratmak için o var olduğu dünyadaki varlığının canına kıyması gerektiğini biliyordur. Cana kıymaktan daha yaratıcı, yaratmaktan daha cana kıyıcı bir edim, şiir var mı, yok! Değilse yenilikler, başka dünyalar nasıl mümkün olur?
Ve açılan her kapı onu başka bir yere kapatır.
Ah, annem doğurarak öldürdü beni.
Ah, annem öldürerek doğurdu beni.
Bir beden boğularak doğar.
Bir beden doğar, karanlık ve dar bir geçitten sürüne sürene geçerek. Ve bu geçişteki bütün zorluklar deneyim olarak o bedenin daha sonraki hikayesini, deniyimlerini etkileyecektir.
Bir beden, enerjisini çevresinden alıp atıklarını çevresine boşaltan bir metabolizmadır. Yani bir beden yer içer ve atıklarını çevresine boşaltır. Bir beden uyur, uyanır, ağlar, yürür, koşar, ağrır. Bir beden bakar, görür, dinler, işitir, dokunur, uzanır, devasa bir eldir, tutar, kavrar diğer şeyleri, nesneleri, bedenleri deneyimler, koklar.
Bir beden düşünüp taşınır bir yerden başka bir yere, bir düşünceden başka bir düşünceye. Bir bedenin kendi aklı vardır anbean yeniden, yeniden yapılanan.
Bir beden gördüğü, işittiği, dokunduğu, kokusunu içine çektiği, yediği içtiği şeylerin toplamı ve daha fazlası bir ‘ben’dır. Son derece karmaşık bir beden vasıtasıyla deneyimlenen, yaşantılanan, sınanan dünya haķkında bir dünyadır.
Gelip geçiçi ama verimli bir döngü. Kendini anbean daha büyük, daha kapsamlı ve karmaşık bütunlere, ‘ben’lere açan bir yapılanma… Kendi kendine kendi canına kıydıkça kendinı yaratan aklı, kalbi, bilinci olan bir şey, bir nesne…
Ve bir beden boğularak ölür. Ölüm, ters dönmüş doğumdur.
En küçük alem insanın kendisi sanırım, kendi içindede en büyük alem yine insan …
Aslında ölçek farkı dışında bir damla su ile okyanus arasında bir fark yok. Fraktal yapılanmalar üzerine teoriler geliştirmiş Amerikalı bilim insanı ve matematikçi Benoît B. Mandelbrot, Jonathan Swift’ten şu alıntıyı yapmayı çok seviyordu: “Küçük pirenin üzerinde/ Daha küçük pireler görüyor doğa bilimci,/ Bu küçük pirelerden besleniyor daha da küçükleri/ Ve sonsuza dek sürüyor bu pirelenme süreci.”
Küçük pirelerin üzerinde daha küçük teler diyince; Şey geldi aklıma, karınca topluluğunun üzerine parmağını yukardan koyduğunızda, karıncalar bunu farketmez, algılayamaz ve etrafından döner yollarına devam edermiş. Bizlerde karınca toplulukları gbi, bulunduğumuz ortama konmuş bir parmağın farkında olmadan, etrafından dönüp duruyor gibiyiz sanki. Ve onun üzerinde bir tık daha büyüğü ve bu şekilde sonsuza dek süren bir devinim gibi.
Harikulade:) Hem anoloji hem de nesnel gerçeklik olarak. Kapıp çaldım:) Saygımla.
Güle güle kullan 🙂
Teşekkürler. Kullandığımda sizi de anarım mutlaka.
Of ya… Bir anda uçtu gitti yanıtım, daha yazacaklarım vardı. Neyse, bir bildiği vardır.
Çok teşekkür ediyorum. Sağ olun var olun. Katkınız, kattıklarınız için müteşekkirim. Saygımla.
Klavye bile bazen bizden daha çok biliyor gibi bizi 🙂 Vardır bir bildiği elbet.
Siz de sağöolun. Sevgiler. Çok güzel bir yazıydı, çok keyifle okudum. Hatta iki kere okudum. ????
Ah, evettttt, hayatın, klavyenin, çakıl taşlarının bir bildiği olduğuna iman etmiş biriyim:)
“Keyifle okumanız” da harika. Çokkk sevindim. Böyle kavisler mutlu ediyor insanı. Selamlar, saygılar. İçtenlikle.
‘ölüm ters dönmüş doğumdur’.
Net..
Teşekkürler:) Gününüz güzel olsun. Saygımla.