Oluş için grizgah ya da manifesto
-Kendi kendine kendini dölle(ye)meyenler atılıp gider-
Fonda sıracalı ve alacalı bir neyin eşliğinde Koro:
Hem özyapım hem özyıkımdır insan
her an kendi şölenini kutlayıp
her an kendi yasını tutan.
Hayat, hayatta kalmaktan daha çok “… bir olanaklar alanı, seçim yapmaya (…) bir davettir.”[1]
İnsan dünyayı ve kâinatı dışlayan bir içe kapanmıştır. Kendi kendine, kendini ‘içleyen’ bir dışarıdadır epeydir.
Kâinatın büyüsünü (kendi kendine, kendini soluyup, kendi kendine, kendini var edip var olan) dışarıda duran bir ‘efendiyle’, ‘otoriteyle’ bozan insan kendi kendine, kendini, kendine (içeriden ve dışarıdan enerji akışlarının olmadığı kapalı bir alan) kapatıp kuşatmıştır.
Cyrano de Bergerac’ın L’Autre Monde, ou les états et empires de la lune du soleil adlı eserinde “bir ay filozofu Cyrano’ya dünyanın sonsuzluğundan, bu güzel ve düzen içinde çalışan koca evrenin kendi kendini yaratmış olduğunu da hayal edemeyen insan aklının Yaratılış düşüncesine başvurmak zorunda kaldığından” söz eder. Kendinde, kendi kendine, kendini var eden, var ettikçe de var olan ve var oldukça da var etmeye devam eden, yani durmayarak duran bir organizmayı hayal edemeyen insan, dizinin dibinden ayrılamadığı Yaratılış düşüncesine takılıp kalmıştır.
İnsanın, dışarının olmadığı bir içte/ içerinin olmadığı bir dışta -içerini ve dışarının ötesinde- oluştuğunun farkına varması sağlanmalıdır. Ancak ille de ikilikse buyurun, bir de buradan yakın, birgaripsigarayakış, fonda Schubert’in Piyanolu üçlüsü (Andante con moto, Piano Trio No. 2): Doğum dışa ölmekse ölüm içe doğmaktır.
Schubert’in Piyanolu üçlüsü, çünkü, geçenlerde bir daha dinlerken, Marx, duyu organlarını çözümleyip insan-doğa içkinliğini “kulak, sesli nesne müzikal olduğu zaman insanileşir” diye göstermişti,
Karşıt maddeden bir evde/karşıt güneşin vurduğu/karşıt bir masada /karşıt kahvaltımı yaparken/bütün ama gerçek/gerçek ama bütün olmayan/bir var bir yokşeyi atıştırdığımı/neysem, ne kadarsam/zihnimden yansıyarak/ bilincime, yani sahneye, perdeye çıkıp/gözlerimle tamamlanan uzay-zamanı yiyip içtiğimi farkettim:
Böylelikle ben mümkün oluyordum/böylelikle rüzgâr esiyor, arabalar ilerliyor, yağmur yağıyordu/anahtar açıkken oluyordu bütün bunlar/zihin, bilinç, göz hattında dönüp duran bir trafik işte/bu kapalı devre sistemin/dalgalanma işlevini çökertip var ettiği/matematiksel bir kesitten başka bir şey değildi şu baktığım kaktüs/sahile kadar indiğimde/birer temsil olan evlerin, ağaçların, arabaların arasından/bir matematiği yürüyor/ağzını öptüğümde sarhoş edici bir matematikle kendimden geçiyordum/iç açılarının toplamı aşk olan tılsımlı bir geometriydin sen/önüme sonsuzluğun matematiğini koyuyordun daima/bir uzay-zamandan diğerine taşınıyor/faz geçişleri yapıyordum böylelikle /aşk halinden meşk haline/meşk halinden kuş haline/tatlı, ılık ve billurdan bir matematikti dokunduğum tenin/matematiği olmayan.
Schubert’in Piyanolu üçlüsü’nde (Andante con moto, Piano Trio No. 2) piyano, keman ve çello üç ayrı kişidir ve bir yollu karşılaşmışlardır, rastlaşmalar güzeldir ve birbirleriyle muhabbete girişirler. Bu muhabbetten, bu etkileşimden anbean yeniden yapılanan bir örüntü oluşur. Ve bu örüntüler her seferinde bu üç enstrümanın toplamından daha fazla ve farklı konfigürasyonlardır. Tıpkı zihin, bilinç ve göz hattında işleyen trafiğin var ettiği örüntüler gibi. Bu yüzden tam tuttum, yakaladım derken bir anda avucumuzdan kayıp gider hayat, tam anladım derken başka bir şey oluverir.
Peki, öyleyse hayatın en üstün nesnesi nedir? Lawrence, “edebiyatın en üstün nesnesi, gitmek, gitmek, kaçıp kurtulmak, ufku geçmek, başka bir hayata girmek” diyordu. Bu doğrultuda doğmak da batmak da (ölmek) burada kalmamak, oluşmak, yerinde durmamaktır. Örneğin, “İşte Melville, kendini pasifiğin ortasında nasıl bulduysa” biz de kendimizi varoluşun ortasında öyle buluruz. Tıpkı Melville gibi “ufuk çizgisini geçeriz” her defasında. Doğum, batım; batım, doğumdur, burada kalmamak, kaçış çizgisi yapmak, “yersizyurdsuzlaşmaktır.” Bunun ne olduğunu bilmeden yaşamak, belki de en önemli sorunumuz.
Ölümden daha doğumcul/doğumdan daha ölümcül bir kaçış çizgisi yok. Yani, birbirlerini tersten ‘aynalarlar’. Birbirlerini dışarlayıp, dışarlayan her şeyde olduğu üzere birbirlerini bütünlerler. Tıpkı cana kıymak ve yaratmak gibi.
Doğuşup doğuşup ölüşür, ölüşüp ölüşüp doğuşuruz ve bu usuldendir ve varoluşsal bir ders.
Sınırlı sistemler sonsuz ikilikler üretir. Bu İskambil Kâğıtları Kulesi’ni yıkmak için aradan herhangi bir kâğıdı çekmek yeterli olacaktır.
Amacımız ikiliklerin ötesinde bütün, ama gerçek, gerçek ama bütün olmayanın, varoluşun çoklu anlamı.
Öyleyse yoldan çık, seni yolda tutan, sanki varılacak bir yer varmış gibi, yolun iki tarafındaki bariyerleri yık.
İyi ve kötü iki horgörüdür.
Mesele varmak değildir, çünkü varılacak bir yer yok. Varamamak -zarların yuvarlanıyor oluşu-, bundan daha varoluşsal bir eylem olamaz, bir yola indirgenmek değil, dünyaya yayılıp dünyanın bize yayılmasıdır, çapraz koşular, alıp kaçmalar, kaçırılıp alınmalar.
Dünyayı, kâinatı ve elbette kendini 1 (bir), ama bir dolu/ bir dolu 1 (bir) gibi düşün.
Her kim ki kendi kendine, kendi canına kıyarsa kendi kendine kendini yaratmış olur ve bu, hiç kuşkusuz her seferinde yeni bir dünyadır.
Daima varlıkla yokluk arasında olacağız. Bu ortada kalmak değil ortada oluş demektir. Bir dalgalanma düzeneği, kıyıya vurup kaçma aleti, tahterevalli.
Yapıp ettiklerim kadarım. Yapıp ettiklerim kadar yapılıp edilirim ancak tek başına da değilim. Yani kâinatın ve dünyanın bütün oyuncuları da işin içinde. O gerçek olmayan bütünü ya da bütün olmayan gerçeği ikna etmeliyim.
Gerçek olamayacak kadar bütün, bütün olmayacak kadar gerçek oluş.
Göçebelerin daima burada kalmama berraklığı! Durmayarak durma ya da burada kalmayarak bir ‘burada kalış’ var.
Bu bir girizgâh mı? Yıkımı yıkmak, bitmeyi bitirmek için. Çünkü “… küçük veya büyük bir grubun liderinden Amerika Birleşik Devletleri’nin Cumhurbaşkanına kadar, psikiyatrdan genel müdüre kadar, bunlar aşkınlık darbeleriyle iş görürler…” ve “… onlar mahvetme ve örgütleme görevlerini çiğ bir vahşetle yürütürler.”[2]
Aldı sözü bir varoluş cini olduğundan hiç kuşku duymadığım Goethe; Mephisto eliyle Faust’ta:
“Hep yadsıyan o ruhum ben!
Çünkü oluşan her şey,
Yok olmayı hak eder…”
[1]Henri Pousseur, SCAMBİ, adlı müzik parçasıyla ilgili olarak şunları söyler: “ SCAMBİ, bir müzik parçası olmaktan çok bir olanaklar alanı, seçim yapmaya açık bir davettir.” Açık Yapıt, Umberto ECO, Can Yayınları, İstanbul, 2001.
[2] Les années de démolition (Yıkım Yılları), F. Châtelet, s. 263/Kapitalizm ve Şizofreni 1, Gilles Deeuze – Felx Guattari, s. 10.
7 Temmuz 2014.