https://insanbu.com/eski/a_haber0858.html?nosu=1082
Düşüncelerin, düşlerin ve algıların kapılarını açan bir diğer buluşma, bir şiir kitabıyla gerçekleşti. (Bilhassa şiirde, son dönemde sık olan bir durum değil ne yazık ki!) Yazarının deyişiyle, oluş halinde bir kitap ve hayat bu da.
Çelişki ve karşıtlıkların, sürekli oluş halindeki şiiri. Çukurların ve zirvelerin ters dönüp birbiririnin yerine geçebildiği… Diyalektik yüklü bir şiir. Anlamların sürekli akarak, zıtlarıyla çarpışarak, devinerek, dönüşerek ilerlediği… Uluer Aydoğdu’dan “Yeryüzü Yeniği”.
Devam edelim mi: Doğada gezen bir şiir bu. Doğadan geçen. Şiir abisi Nihat Behram’ınki gibi…
Arıların bal, karıncaların yuva yaptığı yerlerden geçen, zerdalilerin çiçek açtığı dallardan ilerleyen bir şiir. Salyangozların çatı katlarına kurulmuş, kertenkelelere sevdalı, eğrelti otlarına meraklı…
Bilimden yana çok meraklı bir şiir bu. Atomları, elektronları, kuarkları kurcalayan. Kozmosun sesini, doğanın diyalektiğini arayan. Evvela sosyalist olup maddeyi anlayan…
Referansları, İkinci Yeni’nin üzerine habire bir şeyler konan “masa”sından, Adorno’nun yanlış bir hayatı doğru yaşayamama sorusuna, doğru kuşları yanlış uçurarak uzanan…
Ah kimsenin vakti yok durup incelikleri anlamaya, görmeye, duymaya ya; inadına hep inceliklerden geçen bir şiir bu. Yeryüzü yeniği şaraptan içen, çaresizlerin, yetim ve yoksulların üzüm kardeşliğine değen…
İstanbul’da insanlar ve çevreler, sürekli bir çekişme, itişme ve kokuşma halindeyken, İzmir ve Ankara’da daha sakin, dingin ve derinden oluşmakta ya eserler; İzmir’in şiiri bu, sessiz ve derinden gelen. Babamızın sıktığı seken bir kurşun olduğumuzu bize düşündüren; farklı ve ters bakışlar, algı, düşünüş ve oluşlar geliştiren…
Daha da çok uzatmayalım sözü, şiire ve müziğe geçelim artık en iyisi. Birini dinlerken diğerini de okuyabilirsiniz tabii. Ve tam tersi…
Kapılar açılıyor şimdi. Siz de geçip içeri girmeyi, sonra gitmeyi, her şeyi görmeyi, her şeyle yürümeyi, hep ilerlemeyi bilin yeter ki. Başka ne diyebilirim ki…
***
Filmi nasıl izlersiniz bilmem ama Beethoven’ın opus 131, 14 nolu yaylı çalgılar kuarteti için “tıklayacağımız” bir adresimiz olsun: http://www.youtube.com/watch?v=96G4ZnyHnLo
Şiir için ise sadece bir girişimiz olsun, sadece bir çıkışımız. Böyle müthiş şiirler yazılıyor mu hâlâ diye bir şaşkınlığımız:
“Bir bilinç gezisi: Çıkış için” (*)
Kendini evden çıkardı
ne el sallayan oldu ne su döken
katlayıp itinayla evi
sokaktan çıkardı
sokağı omuzlayıp mahalleden
uyuyordu mahalleli
mahalleyi bir güzel bohçalayıp şehirden çıkardı
kimsenin ruhu duymadı
şehri alıp
sanki çıkarılması yasak bir şeymiş gibi
ülkeden çıkardı gizlice
ülke bir iki tıngırdadı
bir iki sağa sola oynadı
ülkeyi dünyadan çıkardı bir güzel
ağzının kenarına bir ıslık yerleştirdi gelişigüzel
dünyayı, hop, kâinattan çıkardı
durdu bir süre
çıkar çıkar bitmiyordu
içine kendisinden koymuştu namussuz
kâinatı alıp kendinden çıkardı
kayboldu öylece
ah etmeden vah demeden
ve ben ardından bakıp
gülümsedim.
(*) “Jacques Prevert’in Sabah Kahvaltısı’nda bulunmasaydım bu şiiri yazamazdım” demiş Uluer Aydoğdu. Kapı açıldı, hadi kahvaltıya şimdi… Ali Mert