Terör, terörist ve terörizm gibi kavramlar sadece ülkemizde değil, tüm dünyada sürekli gündem oluşturan ve hemen her ülkede yaşanan bir gerçek haline gelmiştir. Bir bakıma kitlesel savaşlar yerini günümüzde herhangi bir ülkenin herhangi bir şehrinde her an yaşanabilecek bombalama, araçlarla insanları ezme, bıçaklama ve daha birçok farklı yöntemlerle günlük yaşamlarını sürdüren masum sivillere yönelik eylemlere bırakmıştır. Terör örgütlerinin adları ve yöntemleri zaman zaman değişikliklere uğramakta, sadece örgütler değil “devlet terörü” gibi söylemlere de sık rastlanmaktadır. Birçok bilim adamı, terör uzmanı terör üstüne çalışmalar yapmakta, makaleler yazmakta ama esas noktayı pozitif bilim yapma adına kaçırmaktadırlar. Terörün felsefi alt yapısı gözden kaçırılıp, arka planda kavramların içerik ve işlevi gözardı edildikçe bu çalışmaların yayımlanmış makale olmaktan öteye geçemeyeceği gerçeği değişmeyecektir. Kavramın neyi ifade ettiğini bilmezseniz ya da ona muğlak bir tanım yüklerseniz kavram yanıltıcı olabilir. William James[1] şöyle söyler: “Bir kavramı anlamak için onun ne anlama geldiğini bilmelisiniz. Daima bir bu veya bunu soyut bir parçası anlamına gelir ki ilk kez onunla algısal dünyada tanışıklık kurarız, ya da böyle soyut parçaların bir toplanması anlamına gelir. Tüm kavramsal içerik ödünç alınmıştır: Renk kavramının ne anlama geldiğini bilmek için kırmızı, mavi veya yeşili görmüş olmalısınız;…” Şimdi terör kavramına bu çerçevede ele alalım.
I- Terör Kavramı
Amerika Birleşik Devletlerinin Pearl Harbor’dan sonra kendi ülke toprakları üstünde yaşadığı en büyük saldırı ve yıkım 11 Eylül 2001’de yaşandı. İnsanlık tarihinde “terörle savaş” kavramı da asıl bu noktadan sonra yerini aldı. Igor Primoratz “Terrorism” başlıklı makalesinde 11 Eylül’den önce terörizm konusunun felsefe tartışmalarında çok da fazla yer almadığını, ancak bu saldırıdan sonra bu kavramın felsefe gündeminde yer aldığını söylemektedir. Ancak Prof. Dr. İoanna Kuçuradi’nin “Terörü bir olgu olarak değerlendirip nasıl ortaya çıktığını, geliştiğini, bir metod haline geldiğini görüp ona göre tedbir almalı… Terörizm çağımızda uluslararası bir olgudur, ama dünyada resmi bir terör tanımı yok. Çünkü bu devletlerin işine gelmiyor. Terör, sadece bir siyasal mesele olarak kabul edilemez; onu, hiç şüphe yok bir tarihsel ve felsefe arka plan üzerinden okumak gerekir… Daha önce de yazmıştım, ama şimdi tam sırası gelmişken tekrarlamak istiyorum: Terörü bir felsefi problem olarak en kuşatıcı bağlamda temellendiren düşünür, Albert Camus’dur.” sözleriyle ifade etmeye çalıştığı Terörizm ve Felsefe konusundaki düşüncelerinde, Primoratz’ın aksine Camus’da felsefi anlamda terör kavramının ayrıntılı olarak verildiğini görmekteyiz.
Albert Camus Başkaldıran İnsan adlı eserinde terörü “Bireysel Yıldırıcılık”, “Devlet Yıldırıcılığı ve Usdışı Yıldırı” ve “Devlet Yıldırıcılığı ve Ussal Yıldırı” bölümlerinde ayrıntılı olarak ele almıştır. Camus eserinin girişinde şöyle der: “Bir tutku cinayetleri vardır, bir de mantık cinayetleri. Aralarındaki sınır belirsizdir. Ama ceza yasası oldukça elverişli bir biçimde, kasıt kavramıyla ayırır bunları birbirinden. Kasıt ve kusursuz cinayet çağında yaşıyoruz.” Camus’nun “kasıt ve kusursuz cinayet çağında yaşıyoruz” sözlerinde bir bakıma terörü görüyoruz. “Mantık cinayetleri” kavramına ise canlı bombaları örnek verebiliriz. Bu noktada gözden kaçırılmaması gereken husus, Camus’nun 1950’lere kadar olan süreç için belirleyici bir rol oynayabileceğidir. Camus Bireysel Yıldırıcılık adlı bölümün oldukça uzun bir şekilde 1878 yılında Rus terörizminin nasıl doğduğunu ve devrime giden süreci ele alır.
Terör kelimesi Fransızca’dan gelmektedir. Kökeni ise Latince “terrere”dir. Aslında ilk kez Fransız ihtilalinde “reign of terror” şeklinde kullanılmıştır. Kelimenin o dönem için taşıdığı anlamla, günümüzde taşıdığı anlam oldukça farklıdır. O dönemde, demokrasi ve eşitliğin korunması adına her türlü baskı ve şiddetin uygulanması gerektiğini ifade etmekteydi. Ama asıl ilginç olan nokta hala resmi bir tanımın ortaya konmamış olmasıdır.
Terör, terörizm, terörist gibi kavramlar her devletin işine geldiği gibi tanımlandığını söylersek çok da yanlış bir şey söylemiş olmayız. Örneğin, ABD Kara Kuvvetleri Eğitim ve Doktrin Komutanlığı istihbarat birimlerince 15 Ağustos 2005 yılında yayınlanan “Terrorism” başlıklı raporda terörizmin tarihsel gelişimi ele alınır. Raporda, terörizmin İlkçağ’dan beri varolan bir olgu olduğu, Romalıların “sicarii” dedikleri, Türkçeye hançerli adamlar diye çevirebileceğimiz, grubun Roma işgal kuvvetlerine karşı terörist eylemde bulundukları, daha sonraları Haçlı seferleri sırasında Şii İslam grupları tarafından düşman liderlerini hedefleyen çeşitli saldırıların düzenlendiğinden söz edilmektedir. Rapor eski çağlarda yaşanan bu tip eylemlerin günümüz terörist eylemleriyle ilintili olduğunu, 20. yüzyılın soğuk savaş döneminde de Sovyetler Birliği’nin dünyadaki devrimci hareketlere dolaylı ya da dolaysız destek verdiğini, komünist olmayan ülkelere kendi politik sistemini ihraç etme amacıyla dünya çapında şiddet ve terör olaylarının temel sebebi olduğunu ileri sürmektedir. Yine aynı raporda modern terörizm çağının da 1968 yılında FKÖ (Filistin Kurtuluş Örgütü) tarafından gerçekleştirilen Tel Aviv-Roma uçağının kaçırılma eylemiyle başladığı söylenmektedir. 1970’li ve 80’li yıllarda Sovyetler Birliği’nin çeşitli grup ve bireylere maddi desteğin yanı sıra silah ve cephane sağladığı KGB ve GRU (Doğu Alman Gizli Servisi) tarafından istihbarat işbirliği yapıldığını, özellikle Doğu Almanya ve Çekoslovakya’da kamplarda eğitim verildiği, Libya gibi radikal rejimlere sahip ülkelere silah verildiği ileri sürülmektedir.
Günümüzde ise, terörizmin Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle bir evrim sürecine girdiğini, 1980’li yıllarda tüm terörist oluşumların ancak %3’ü olan radikal İslami grupların 1995’lerde %46’lara çıktığı ve artarak da devam ettiği belirtilmektedir. Global ekonomi ve gelişen iletişim teknolojileriyle terörizmin anlamının ve taktiklerinin de değiştiği, radikal islami terör örgütlerinin yanısıra, küreselleşme karşıtı, çevreci örgütlenmelerin de devrimci ideolojilerin yerini aldığı iddia edilmektedir. Rapor özetle terörizmin politik çatışmalarda bireyler tarafından olduğu kadar devletler tarafından da kullanılan özel bir taktik, dolayısıyla da terörizmin politik bir sorun olduğunu söylemektedir.
Görüldüğü üzere, rapor terörizmi sadece politik kaygılar üzerinden tanımlamaya ve tarihsel arkaplanını vermeye çalışmaktadır ki bu durum İoanna Kuçuradi’nin şu söyledikleriyle çelişmektedir: “Terör, sadece bir siyasal mesele olarak kabul edilemez; onu, hiç şüphe yok bir tarihsel ve felsefe arka plan üzerinden okumak gerekir.” Bu noktada Kuçuradi’nin terör tanımı da önemlidir: “Terör, örgütlü bir grupun, psikolojik baskı yoluyla siyasal/ideolojik istediklerini dolaylı olarak kabul ettirmek için; bu istediklerinin gerçekleşmesine engel oluşturduğunu düşündüğü kimseleri korkutmak, yıldırmak ya da safdışı etmek için; veya doğrudan doğruya öç almak için, sistematik bir biçimde gerçekleştirdiği ya da gerçekleştirmekle tehdit ettiği, bazı insan haklarını çiğneyen ya da kamu veya özel mülke önemli sayılabilecek zararlar veren şiddet eylemleridir.”
Kanımca bu rapor, ABD’nin olayları sadece kendi penceresinden ele alarak kendini mağdur olan ve bu işten en çok zarar gören bir devlet yerine koyma çabasından yola çıkarak hazırlanmıştır. Eğer Sovyetler Birliği Eğitim-Doktrin Komutanlığı tarafından hazırlanmış bir rapor olsaydı -ki olması çok da zayıf bir ihtimal değil (nedense hemen her ülkenin silahlı kuvvetleri bünyesinde bir eğitim-doktrin komutanlığı kuruluşu vardır)- o raporda da mağdur Sovyetler Birliği ele alınacaktı.
Sosyal Bilimler, terörizm kavramını
nedenleri ve sonuçları bağlamında ele alır. Tarih bilimi ise terörizmin zaman
içinde geçirdiği değişimler ve geçmişteki izleri üzerinde odaklanır. Felsefenin
ise iki temel sorusu vardır. İlki kavramsaldır: ”Terör nedir?” İkincisi ise
ahlak açısından ele alınır: “Terörizm ahlaksal açıdan haklı çıkarılabilir mi?”
Kavramsal açıdan ele alındığında, daha çok şiddetin bir biçimi olarak
düşünülür. Terör kimi tanımlarda şiddetin temel amacı olarak verilir ve
çoğunlukla da siyasal/ideolojik doğrultuda yürütülen bir yıldırmadır.
[1] Kaynak Metin: Some Problems of Philosophy, A Beginning of an Intoduction to Philosophy, by William James, Longmans, Green, and Co., Fourth Avenue & 30th Street, New York, 1916
Yazının tamamını aşağıdaki linkten PDF olarak okuyabilirsiniz.)
Serhat Tuna
Marmara Üniversitesi, Eğitim Fakültesi İngilizce Öğretmenliğinden mezun olan Serhat Tuna, Deniz Kuvvetlerinde Öğretmen Subay olarak görev yapmış ve 2004 yılında emekli olmuştur. Daha çok müfredat geliştirme ve eğitim uygulamalarından sorumlu olarak görev yapan Dr. Tuna, Maltepe Üniversitesinde İnsan Bilimleri, Psikoloji ve Felsefe yüksek lisans, yine aynı üniversitede Dil Felsefesi üzerine doktora yapmıştır. 2004-2011 tarihleri arasında İstanbul Özel Marmara Kolejinde Yabancı Diller Bölüm Başkanı olarak çalıştıktan sonra, 2011 yılında İzmir’e yerleşmiştir. 2011 yılından günümüze Yabancı dil eğitimi yayıncılığında, Eğitim Danışmanı, Öğretmen Eğitmeni ve Eğitim Koordinatörü olarak iş hayatına devam etmektedir.